"Beni bende demen bende değilem, Bir ben vardır bende benden içeri" Yunus Emre Tarih ve kültür şehri Kırşehir… Yunus: ‘’ siz yapıp söylediklerimi benden sanırsınız, oysa beni eyleme geçiren ,bana düşündüklerimi yaşama geçirme aşkını yaradan vermiştir. ’’ der.

"Beni bende demen bende değilem,
Bir ben vardır bende benden içeri"
Yunus Emre

Tarih ve kültür şehri Kırşehir…
Yunus: ‘’ siz yapıp söylediklerimi benden sanırsınız, oysa beni eyleme geçiren ,bana düşündüklerimi yaşama geçirme aşkını yaradan vermiştir.’’ der.
Yunus gibi kemale ermek, eğrinin-doğrunun ayırdında olup, nefs-i terbiyeye ulaşmak günümüz koşullarında da keşke mümkün olsa.
Lakin, günümüz insanın da benden içeri benleri vardır.Sıradan insanın içindeki ben kendisi ve yakın çevresi için olumlu- olumsuz bağlayıcılık taşısa da, ülkemizi yönetenler benden içeri benler yaşıyorsa, koca bir halkı bağlamaktadır ne yazık ki.
Ülkemiz çok partili döneme geçtiği günden bu yana iktidara gelen bir siyasi parti, art arda en fazla iki dönem iktidarda kalabilmiştir. Halk daha iyi koşullarda yaşamak adına oy vererek iş başına getirdiği partinin iktidarında; halkın ve ülkenin bütün dinamiklerinin beklentilerini karşılayamaması nedeniyle zamanla kan kaybetmiştir. Art arda İki dönem boyunca göz önünde olan iktidar partileri genellikle yıpranmış, muhalefet güçlenmiştir.Hatta iktidarda olan siyasi partiler ikinci döneminde iyice kan kaybederek neredeyse yok olmuştur. Bu kan kaybetmenin çeşitli parametreleri olsa bile, biz sadece iyi yönetmediğini düşünmüş olalım. Ancak, son on beş yıldır ülkemiz bu anlamda ezber bozan bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Mevcut iktidar partisinin dışında neredeyse bütün kurum ve kuruluşlar; muhalefeti, basını, askeri, sivil toplumu, barosuyla... tüm dinamikleri kan kaybederken, her ne olursa olsun mevcut hükümet kan kaybetmemektedir. Düne kadar ülkemizin dinamiklerini, o kurumun yönetiminin iktidarı tarafından yönetiliyor sanırken, öyle nedenler açıklanıyor ki, gördüklerimizin hiçte göründüğü gibi olmadığı net bir biçimde ortaya çıkıyor. Örneğin, geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Efkan Ala istifa etti. Bizler Ala'nın memleketin içişlerini düzeltmek için görevlendirildiğini düşünürken, meğer devletin hareket kabiliyetini hantallaştırmak için görev yapıyormuş. Üstelik bu şaşkınlık veren görevlendirme için talimatlarını da öteden beri başka yerlerden alıyormuş. Umarım bir süre sonra birileri çıkıp, ‘’bu gördüklerinizin altında başka görüntüler vardır, onları gördünüz ama o gördüklerinizin hepsini unutun aslında içinde daha başka görüntüler vardı’’ demez. Ve ister istemez düşünüyorsunuz, önceki gördüklerimiz mi, yoksa sonra gösterilen/gösterilecekler midir, lehimize işleyen. Bu durumu şimdiden kestirmek en azından benim için imkansız.
Ancak net olarak görünen o ki, ülkemizin dinamikleri sorumluluk üstlenmekten kaçınıyor.Yani demokrasinin işlemesi için biri birinin bir şekilde panzehiri olabilecek kurum ve kuruluşlar dinamikliğini yitirmiş , statik hale gelmiş/getirilmiştir.
Hangi kurumu kim, kimler, hangi amaçla yönetiyor? kafamız karma karışık. Görüntü de olan doğrumu yoksa altında başka bir amaç mı var? Herkesin herkesten şüphelendiği, neyin, kimin doğru, kimin yanlış olduğunu bilemediğimiz soru işaretleriyle dolu bir dönemden geçiyoruz.
Belki önceleri yönetim anlayışı benim gibi olmayabilir ama, onlarda bu ülkenin evladı, dahası bir hukuk devleti olduğumuzu düşünür, adaletin er yada geç tecelli edeceğini inancıyla yine de yarınlara güvenle bakardık.
Dilerim, ne verirlerse kabul etmek, razı olmaktan başka yol bırakılmayan bizler için, içindeki iyiyi- güzeli besleyip saf temiz bir benle bizlere kadar ulaşan Yunus gibi, Aşık Paşa, Ahi Evran gibi doğruyu -adili, dostluğu kardeşliği besleyenlerin yönetimiyle yüzleşmek durumunda kalırız.