Yaşar ÖZÜÇETİN*
Giriş
Kızılırmak Havzasının orta bölümünde ve İç Anadolu dağlarının esasını oluşturan Orta Anadolu yaylası üzerinde yer alan Kırşehir, eski çağlarda kurulan şehirlerin özelliklerini taşımış, sahip olduğu konumu ve fizikî özellikleri, onun muhtelif hadiselere sahne olmasının sebebi olmuştur[1]. Kırşehir Hitit, Firig, Pers, Kapadokya, Roma ve Bizans devirlerinde önemini korumuş, Malazgirt Savaşı neticesi Türklerin hâkimiyetine geçmiştir.
13. yüzyılda Kırşehir adeta Selçuklu Türkiye’sinin dikkati çeken bir şehri olmuş, iktisadî ve ticarî hareketliliğin neticesi ahîlik teşkilatının belirdiği bu şehir, Ahî Evran’ın da yerleşmesiyle ahîliğin merkezi haline gelmiştir. Kırşehir, aynı zamanda Anadolu’da eserlerini bilinçli bir şekilde Türkçe kaleme alan bilginleri yetiştirir vaziyette Türklük bilincinin de merkezi olmuştur. Daha sonra birçok edip ve şair burada açılan yolu izlemiştir. Kırşehir, sözü edilen 13. yüzyılda Selçuklu Türkiye’sinde yaygın duruma gelen dinî akımlarda önemli bir yer tutmuş, Mevlevîlik, Kırşehir Emiri Nureddin Caca, şehrin kadısı Mecdeddin Ebû Bekir ve Şeyh Süleyman Türkmânî gibi isimleri içinde barındırmıştır. Bu şehirde Babaîliğe de tanık olunmuş, bu cereyanın temsilcisi olan Muhlis ve Âşık paşalar Kırşehir’de yerleşmişler, onların yetiştirdikleri halife ve müritler Babaî hareketini ülkenin her tarafına duyurmuşlardır. Kırşehir o devirlerde zengin bir kültür merkezi olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde rolleri olan “Abdalân-ı Rûm ve “Ahiyân-ı Rûm” toplulukları buralardan uç bölgelerine gitmişlerdir. Türk tarihinde Yesevîlikten sonra ikinci bir Türk tarikatı olan Bektaşîlik de Kırşehir’de ortaya çıkmış ve buradan yayılmıştır. 13. yüzyıl sonlarında Kırşehir doğusunda Moğol asker ve aşiretler hâkim olmuş, Türkmenler, Kırşehir’in doğusu esas kabul edilerek, batıya doğru ve Anadolu’nun kuzeyden güneye kadar uzanan bölgelerinde yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir.
1335 yılında Ebû Said Bahadır Han’ın varis bırakmadan ölümü ile Moğol İlhanlı Devleti parçalanmıştır. Böylece Anadolu ve Türk Beylikleri için önemli bir dış tehlike kalmamıştır[2]. Anadolu Türk Beylikleri devri siyasî bakımdan ne kadar Türklüğün aleyhine olduysa, kültürel bakımdan da o kadar Türklüğün lehine olmuştur[3]. Kısaca Türklüğe ve Türk kültürüne dönüş olarak nitelendirilen bu devirde Kırşehir, önemli bir rol üstlenmiştir.
Zira Türklerin İslam kültür çevresine girmelerine koşut olarak Türkçenin, Arapça ve Farsçanın etkisi altına girdiği görülmüş, Müslüman Türk, ibadet ve bilim için Arapçayı, sanat için de Farsçayı öğrenmeyi zorunlu görmeye başlamıştı. Türkler, bir bakıma üç dilli olmak durumunda kalmışlar, netice itibarıyla da Türkler için yapılan niteleme şu olmuştur; “Türk, ailesine Türkçe, Allah’ına Arapça, sevgilisine Farsça seslenir”[4].
Devam edecek…
*Prof. Dr. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kırşehir, [email protected] - 0000-0001-5011-942X
[1] Cevat Hakkı Tarım, “Kırşehir Tarihinden Notlar 1” Kılıçözü, (Aylık Kırşehir Halkevi Dergisi) Sayı 2, Şubat 1946, s. 3; Besim Darkot, “Kırşehir”, İslâm Ansiklopedisi, 6. Cilt, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1993, s.764.
[2] Anadolu Türk Beylikleri dönemi Türkiye Selçukluları ile Osmanlılar arasındaki dönemi kapsamakta olup, bu dönem, takriben 13. yüzyılın ikinci yarısı içinde Karamanoğullarının faaliyetleri ile başlamış, 17. yüzyılın başlarına, yani Ramazanoğulları topraklarının Osmanlı Devleti’ne katılmasına kadar devam etmiştir.
[3] Salim Koca, Anadolu Türk Beylikleri, s. 2; ahttps://www.scribd.com/document/726866850/ANADOLU-TURK BEYL%C4%B0KLER%C4%B0-SAL%C4%B0M-KOCA-1 (Erişim Tarihi: 14.04.2025).
[4] Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, bilgi Yayınevi, Ankara, 1990, s.51.