Ne zamandır İstanbul'a gidip, birkaç gün de olsa şöyle kafama göre dinlemek, seyretmek istiyordum şairin yedi tepeli şehrini, İstanbul'unu. .

Ne zamandır İstanbul'a gidip, birkaç gün de olsa şöyle kafama göre dinlemek, seyretmek istiyordum şairin yedi tepeli şehrini, İstanbul'unu...
Kasım ayının son haftasında bir yolunu bulup, bir program icat edip, öyle yaptım.
Eşimle çıktığım İstanbul'da yaşayanlara, yolu düşenlere, geçmişi 8 bin yıla dayanan bu kadim şehirde, dünya mimarlık tarihinin en zarif mücevherlerini hediye sunmuş, büyük mimarın, Mimar Sinan'ın gözüyle bakmayı, seyretmeyi, onun yaptırdığı kemerleri, köprüleri camileriyle her biri doyulmaz seyirlik keyfi veren yapılarını görmeyi, ziyaret etmeyi, onlara dokunmayı çok istiyordum.
Harem'den Üsküdar'a geçtim. Üsküdar'dan ilk vapurla Beşiktaş'a... Beşiktaş'ta Hukuk Fakültesi öğrencisi torunum ve İstanbul'a gidişimin sebebi Berkay'la bir cafede buluşup kendimize kahvaltı ziyafeti çektikten sonra Taksim'e çıkıp Atatürk Anıtı önünden meşhur Gezi Parkı'nın yanında Atatürk Kültür Merkezi önünden, geçip İstiklâl Caddesi'nin sağlı sollu tarihi yapılarını izleyerek ilerledim.
İstiklâl Caddesine cıvıl cıvıl, her yanı renk renk, insanlar akın akın gidip geliyor. Yanıbaşımızda tranvay gelip, geçiyor.
Sokak çalgıcıları, bıçkın delikanlıları, birbirinden güzel kızları, yüzyıllık anıların derinliğinden gelen uğultu ve debdebe...
...Ve Çiçek Pasajı... Kimbilir kaç kere oturduğum mekân…
... Sonra Nevizade ziyaret edilmez mi? Çok keyif aldım doğrusu...
Az ilerisindeki Narmanlı İş Hanı'nda yaşamış, şiirlerini burada yazmış Ahmet Hamdi Tanpınar'ın mekânının yanı başındaki tarihi Markiz Pastanesi’nde bir çay molası verip dinleniyoruz.
Evet yine tam karşıda Mısır Apartmanı’nın önündeyiz. Giriş kapısında bir levha, okuyoruz. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, hayatının bir bölümünü burada yaşadı ve burada geçirdi.
Sonra Galatasaray Lisesi'ne doğru ilerliyorum. Az aşağı doğru gidiyoruz. Merdivenlerden iniyoruz. Galata Kulesi’ne çıkacağız. Uzun kuyruklar var. Yarım saatte sıra bize geldi. Çıktık merdivenleri dolanarak Galata Kulesi’nde önümüzdeki Haliç harika gözüküyor. Seyrediyoruz. Karşıda Dolmabahçe Sarayı… Sultan Ahmet’i, Ayasofya’yı, Eminönü’ndeki Yeni Camii’ni seyrediyoruz Gelip geçen vapurları seyrediyoruz. Biraz sağa dönüyoruz Kasımpaşa gözüküyor. Tekrar alt kata iniyoruz. Cafede çay molası veriyoruz kendimize… Torunum Berkay resimler çekiyor. Eşimle ilk defa çıktığımız Galata Kulesi’nde yaşadığımı bugün unutmak mümkün değil. Biz Anadolu insanı böyle ilk defa çıktığımız ve gördüğümüz manzara ve Haliç’i seyretmek her şeye değerdi.
Eski Galata Kulesi’nden indikten sonra ara sokaklardan geçerek Tünel’e ulaşıyoruz. Oradan finikülerle Galata Köprüsü’ne varıyoruz. Eminönü’ne, oradan Mısır Çarşısı’na uzanıyoruz...
Ardı Mahmutpaşa. Yine bildiğiniz gibi...
Bir altın zincire takılmış bir başka mücevher Kapalı Çarşı...
Kapalı Çarşı'da mola yerinde bir kahve...
Beyazıt Meydanı’nda bir gariplik alıyor insanı. Sonrası Çemberlitaş...
Çemberlitaş'ta bir taksi. Süleymaniye, sonrasında Fatih Cami ziyaretindeyiz...
Ecdada müteşekkir olmamak ne mümkün?
Yeniden Çemberlitaş üzerinden Divanyolu'ndan geçip Sultanahmet Meydanı’nın bir ucunda Ayasofya... Ayasofya önünde bir kalabalık ve ellerinde kâğıt kalem...
“Ayasofya, Camii olarak ibadete açılsın” diye imza topluyorlar...
Yerebatan Sarnıcı'nın yanından geçip Cağaloğlu'na çıkıyoruz.
Eski kurşun, mürekkep ve gazete kokularından eser kalmasa da Cağaloğlu... Hani meslek gazetecilik ya... Kaç kez gelmiştim yıllarca bu yokuşa matbaa malzemeleri için...
Sirkeci ve ardından Eminönü...
Bindiğimiz vapurun üzerinde “Barış Manço” yazıyor.
Kadıköy'deyiz...
Adalar vapuruyla Büyükada...
Agop Dayı’nın faytonunun güzergâhında tüm Büyükada var.
Biz Agop Dayı’yı merak ederken o da bizi merak etmiş ki soruyor:
-“Nerelisiniz. Ne iş yaparsınız?”
Kendisini anlatıyor bu arada Agop Dayı...
68 yaşında ve Ada'da yıllardır faytonculuk yaptığın, işini sevdiğini, insanlığa hizmet ettiğini büyük bir keyifle anlatıyor.
Büyükada Ayayorgi Manastırı'nın yer aldığı tepedeki “Salaş Meyhanesi”nin bahçesindeki ahşap sandalyenin üzerine kurulup bir farklı soluklanıyoruz.
Artık son güz ve kış kapıda...
İstanbul'a üç gündür müthiş bir yağmur yağıyor. Hava bir açıyor bir kapatıyor. Bulutlar sürekli yer değiştiriyor. Arada güneşin baygınlaştırdığı çam ağaçlarından yayılan enfes bir koku...
Uzaklarda martıların çığlıkları...
İstanbul'un alışık ve yaygın gökkuşağı...
Biraz doğrulsanız ayaklarınızın altında masmavi deniz.
Uzakta şehrin gürültüsü. Silinmiş kulaklarımızda da sadece rüzgârın esintisi...
Yeniden Kadıköy'e hareket ediyoruz. Hukuk Fakültesi’nde okuyan 'Torunum Berkay martılara simit atıyor. İniyoruz Kadıköy’e Haldun Taner Sahnesi'nin önünden geçip tarihi Kadıköy Çarşısı'ndan ilerleyip Altıyol’a çıkıyoruz. Oradan dönüyor Barış Manço'nun müze olmuş evinin yanındaki komşusu değerli hemşehrimiz Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü'ye “merhaba” deyip, Moda'dan dönüyoruz.
Kadıköy'deki balıkçıların çığlıkları arasında yine bir vapurla Beşiktaş'a ulaştığımızda güneş artık batmak üzere...
Beşiktaş limanındaki Haneden Restaurant'ta kendimize bir balık ziyafeti çekiyoruz. Unutmadan Etiler’deki Nusret Lokantası’nda bir akşam yemeğinin de harika olduğunu belirteyim.
İstanbul gezimizin üçüncü günü...
Bugün İstanbul'u ben uyandırdım. Çünkü iki gündür kimi zaman güneşli, kimi zaman yağışlı, bulutların yerinde durmayıp sektiği bir havada dolaştığım İstanbul'u anlatabilmeye kifayet etmeye ne gücüm, ne de zamanım var.
Ama en önemlisi İstanbul'u iyi bilen bir gezi uzmanı da yok bizlere eşlik eden torunum Berkay'ın, toru topu İstanbul'da iki yıllık hukuk öğrenciliğinin görgüsüyle gezdirmeye çalıştı bizi. Hayatımda gördüğüm çok muhteşem bir yer olan ve saatler süren Topkapı Sarayı ile Dolmabahçe ziyaretimizdi. En önemlisi Çamlıca'daki Hidiv Kasrı'nda öğle yemeği çok muhteşemdi.
Bugün de Eyüp'teyiz. Önce Eyüp Sultan Hazretlerini ziyaret edip ülkem ve demokrasimiz adına, ailem adına güzel dilekler tutuyorum. Eşim güvercinlere yem atıyor. Sonra teleferikle Piyorloti'ye çıkıyoruz.
Yine müthiş yağmur başladı İstanbul'da...
Trafik gürültülerine kulaklarımızı tıkayıp Balat sırtlarına tırmanıp, Molla Aşkı Tepesi, Fatih Sultan Mehmet'in takdirle bahsettiği yer olduğunu öğrendiğim Teras Cafe'de nefis demli bir çayla başlıyor yolculuğumuz.
Gerçekten güzel olduğunu gördüğüm Piyer Loti'nin tahtının güzelliği karşısında Haliç'i seyrediyoruz. Torunum Berkay bizi sıkıştırıyor. “Tamam dede kalkalım. Sizi Boğaz'a da götürmek istiyorum. Oraları da görün” diye ısrar ediyor.
Kırar mıyım Berkay'ı... Düşüyoruz yola...
Boğaz gerçekten harika görünüyor.
Kabataş'tan Beşiktaş'a, oradan Balta Limanı'na kadar uzanıyoruz. Burada Henri'nin yerinde çay molası veriyoruz Boğaz'ı seyrederek... Burada Fatih Sultan Mehmet Köprüsü çok harika gözüküyor.
Sonra yürüyüşümüze Bebek’ten geçip muhteşem İstanbul Boğazı manzarasının eşliğinde Rumeli Hisar'a kadar yürüyoruz.
Eşim “Dinlenelim” diyor... Soluklanmak için Rumeli Hisarı’nın en önemli ve tarihi mekânlarından Perili Köşk'ün içinde kahvemizi içip dinleniyoruz.
150 yıllık dev ağaçların altında boğazı seyre dalıyoruz.
Ölmeden önce; bir başka İstanbul'u görmek bir bahar günü olabilir. Bir sonbahar günü olabilir. Yaprakların tek tek düştüğü sonbahar olabilir. Bir tan vakti olabilir.
Sıcak yaz esintisi eşliğinde benim gibi Piyer Loti'de elimde demli çayla şehrin uykulu halini izleyin.. O zaman bir başka İstanbul'u yaşarsınız benim gibi.
Bulabildiğiniz her hangi bir tekneyle Boğaz'da Karadeniz’e açılın.
Ben öyle yaptım.
Ne olursa olsun dedim...
Yanımda eşim, torunum Berkay Boğaz'ın havasını, kalan yeşil kıyılarını, tarihi yalıları doya doya seyrettim. Siz de seyredin. Günün sonunu da Rumeli Kavağı'ndaki Balıkçı Kahraman'dan kendinize bir balık ziyafeti çekin, bitirin...
Bu inanılmaz lezzetin yanında neler içilir, siz bilirsiniz ama harika salatasını da unutmayın. En önemlisi de hesaba dikkat edin, zira el yakabilir!
Kendime göre İstanbul izlenimlerimi noktalayıp şimdi sözü Şair Orhan Veli'ye vermenin zamanı:
“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski âlemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.”