Okumayı seviyorum. Yazmayı da seviyorum. Kalemleri kelamlarla tüketmek, kâğıtları sözcüklerle diriltmek için yazıyorum. Bir ilham sonucu yazdığımı düşünenlerinizi de hayal kırıklığına uğratacağım içinde üzgünüm.

Amerikalı yazar Edgar Allon Poe ilhamını omzuna koyduğu kedisinin miyavlamalarından alırmış. Miyavlama sesleri eşliğinde yazarmış. Okuduğumda çok tuhafıma gitti. Tuhaf bir ilham. Benim bir kedim yok, olmasını da istemedim. Kedi sesinin ilhamını anlayacak durumda da değilim.

Yazarların tuhaflıklarını okudukça anlamsız düşüncelere sürükleneceğinizi de biliyorum. Ancak insanın doğasında var olan tuhaflıkların yazanda da bulunmasını doğal karşılıyorum. Nihayetinde yazar da insandır. Yaşadığı dönemin tanığı, toplumun bir ferdi olması dışında duyarlılığı ve farklılığı onu ayrıcalıklı kılmamakla beraber özel kılar. İnsani dertler, toplumsal sorunlar onu da etkiler. Birçoğunun yaşamını sürdürmek için yazmak dışında bir uğraşısının olma zorunluluğu yükünü ağırlaştırır. Bu nedenle tuhaf olsa da farklı ilhamlardan etkilenmesini olağan karşılayalım.

Fransız yazar Honore de Balzac, yazarken günde otuz ile kırk arası kahve içermiş. Üstelik bunu her gün tekrarlarmış. Aksi durumda yazamaz, konsantre olamazmış. Balzac’ın edebi büyüklüğünü tartışma dışında tutarak, ilhamına yoğunlaşıyorum. Şartlanmışı mı dersiniz, beyinsel uyum mu dersiniz, değerlendirmeyi ve kararı size bırakıyorum. Belki de Balzac’ı anlamak için kahvenin beyinsel ve ruhsal etkisine odaklanmakta yarar vardır.

Dijital çağında da olsak kalemle yazmak benim hoşuma gidiyor. Sözcüklerin kâğıtta bıraktığı izler ve etkileri görmek beni mutlu ediyor. Bakışıyoruz, gülüşüyoruz. Kâğıttaki dirilmelerini izlediğim sözcüklerin gülümsemesi bana ulaştığında, yazarken dinlediğim müziğin melodileri eşliğinde ruhumun incelen ışıltıları ile hazzın doruğuna ulaşıyorum. Belki de benim ilhamım da dinlediğim müziğin melodilerinde saklıdır. Derin sessizliğe karışan hafif bir melodi, diğer sesleri kendi içinde eritirken beni sözcüklerin büyülü dünyasına sürüklüyor. Yazarken her türden tutsaklıktan uzaklaştığımı, özgürleştiğimi düşünüyorum.

Fransız yazar Gustave Flavbert, yazmadan önce takım elbisesini giyer, parlayan ayakkabısını giyer, kravatını bağlar. Evinde parti veriyormuş gibi bütün ışıklarını yakar. Her taraf ışıl ışıl parıldarken yazmaya başlarmış. Birçoğunuzun bu kadar tuhaflıkta fazla diye mırıldandığını duyar gibiyim.

Yazarı farklı kılan tuhaflıklarıyla, ürettiklerinin etkisi olmalı. Siz sözcüklerine, kitaplarına odaklanın ve farklılığı orada aramaya başlayın.

Yazar için üretkenliği; bulunduğu veya kendisini huzurlu hissettiği yerde yaşam biçimidir. Aksi durumda kahvehanenin gürültüsü içerisinde Sait Faik nasıl yazabilirdi ki!

Benim için yazı masasının konforunun mecburiyeti dışında şehir kütüphanesinin sessizliği ilginç ve çekicidir. Kütüphane memurunun saygılı, ancak tuhaf bakışlarını arada üzerimde hissetsem de, caddenin gürültülü akışına gözlerim takılı kalsa da yazmanın akışına sürüklenmek, sözcüklerin sihri ile buluşmak hem üretkenliğimi artırıyor hem de keyif veriyor.

Asıl mucizenin yalnızlığınla kalabalıkların içinde var olma haline ulaşmakta olduğuna inanıyorum. O yalnızlık halinde beyine üşüşen düşüncelerin sözcüklerin diline dönüşüp kâğıdı diriltmesinin ilhamı olduğunu düşünüyorum. Emeğin bu ilhamın itici gücü olduğuna inanıyorum.

Fransız Doktor Diam’s yazmaya başlamadan önce dışarı çıkar, ruhuna canlılık gelsin diye gezinir. Bir elma yedikten sonra evine döner ve yazmaya başlardı. İlham; gezintide mi, açık havada mı, elmada mı diye sorgulamalara girişeceğinizi biliyorum. Ancak doktor için olağan olan bu davranış ve yaşam anlayışı onun üretkenliğine değer katıyorsa ki, öyle olduğunu düşünüyorum. Tuhaflığını anlayışla karşılamakta yarar var.

İnsan zorluklarla veya sıkıntılarla karşılaştığında sığınacak bir liman arar. O limanda belirli bir süre mola verip çıkış yolları bulmaya çalışır. Rotasını belirledikten sonra da yoluna devam eder. Omzundaki yük, ruhundaki yorgunluk o yolculuk sonrası bir yerlerde kalır mı bilinmez. Ancak sığınakları, korunakları ve güvenilir insanları yaşadıkça ararız. Belki de insanın yürüyüşü, yolculuğu bir arayıştır. Önemli olan ihtiraslarımızın esiri, kölesi olmamaktır. Hakikat arayışı; sakin, sükûn ve adil bir yol izler ve bulmaya çalışırsa özgürlüğün kapılarını aralamakla kalmaz, sonuna kadar açar. Tıpkı farklı ilhamlarla yola çıkan ve yazan yazarın özgürlük arayışı ve ulaşması gibi.

Amerikalı kadın şair Amy Lavel sigara bağımlısı olup, sigarasız yazamaz. Birinci Dünya Savaşının karmaşasında evine sigara stok etmekten başka bir şey düşünmez. Dizelerine sigara dumanının eşlik etmesinin hazzı ile yazar.

Okuduğumuz, okuduğunuz her kitabın satırlarının arka planında neler olduğunu, hangi ruhi hallerin nereye sürüklediğini bilmeden eleştirilerde bulunmak yazara haksızlık olur diye düşünüyorum.

Her kalem erbabı farklı ruh halleriyle, ilhamlarla bu serüvene sürükleniyor. Birikimlerimden, anlayışımdan, deneyimlerimden beslenerek en çokta sevdanın gözlerinin ışıltısını, gülümseyen yüzünü takip ederek bu yolculukta yer almaya çalışıyorum. Mola yerlerindeki gözlemlerim ve izlenimlerimle sözcüklere hayat vermenin derdindeyim. Ne kadar verimli, başarılı olurum kaygısı taşımadan yazmanın, paylaşmanın hazzını tadıyorum. O hazzı okuyucu ile buluşturmak önemli olmakla birlikte yazımdan uzak olanın tatması da zordur.