Peyami Safa, “Hepimiz kendi içimizin diline uygun kitaplar okuruz” der. Hepimizin içi farklı bir dünya. Gençler ayrı bir dünyada, yaşlılar ayrı bir dünyada, siyasiler ayrı bir dünyada, âşıklar, maşuklar hepsi ayrı ayrı dünyada. Ortak bir dünyamız yok yani! Ben dünya diyorum, siz evren deyiverin sorun değil. Herkes kendi evreninde dolaşsın kabul ama ötekinin sınırlarında dolaşmamak şartıyla. Çünkü herkes kendi sınırlarında, kendi sularında güzeldir. Kendi sularında yüzenlere hep gıpta etmişimdir.
Güzel olduğumuz yerde mutluyuz. Mutluluk güzellikten kinayedir. Kendi evrenimize daha doğrusu kendi sesimize, kendi sularımıza sımsıkı sarılalım. Bize kendi evrenimizi hatırlatacak, kendi evrenlerinden seslenen yazarlara, kitaplara muhtacız.
Görmüş geçirmiş yazarlarımız yok değil, yüzlerce, binlerce... Kendi sesleri, kendi duyuşları, kendi algılayışları, kendi evrenleri vardır. Bize tepeden bakmayan, bizi kucaklayan, bizi çoğaltan, bizi incelten yazarlar! İçaçıcı tecrübeleri var onların; evrenimizi rengârenk kılacak sesleri, pastoral duyuşları hakezâ Onlarla kurabildiğimiz iletişim bizi besler, kendi evrenimizde korur, kollar, yarınlara taşır. Başkalarının evreninden, iç sesinden, iç duyuşlarından nemalanmak için okur çoğu kişi, doğrusu da budur. “İlim Çin’de de olsa gidin alın” buyrulmuş.
Tecrübenin, iç sesin, iç kavgaların musikisi güzeldir. Sadra şifa bir tınısı vardır. O tınıyı yakaladınız mı sizden mavisi yoktur. İçinizin yağları erir, gözlerinizin şavkı göz kırpar evrene; şiirler, türküler akar yamacınızdan, ozanlar gelir geçer sokağınızdan; sokağınızda yarına dair yeni bir cümbüşün sofrası kurulur. Her yer, her şey tebessümünüze çalar. Öyle der şairler, öyle fısıldar iç sesinizin katmanlarına ozanlar… İyi düşler, iyi dilekler, iyi neticeler gelip sizi bulur ardın sıra. Ben iyiliklere vurgun bir gönül taşırım sinemde, sinem onun şarkılarıyla diri, onun dualarıyla gül pembe!
Ve güldün rengârenk yağmurlar yağdı
İnsanı ağlatan yağmurlar yağdı.
Niçin okumalıyız sorusu burada şiir yüklüdür, burada mavidir. İçimizin sesine uyandıran kitaplarla başımızı yastığa koymalıyız. Yastığımızda papatya desenleri olmalı köyümüzün yağmurlarında yıkayan. Ahh köyümüzün yağmurları, ah uzayıp giden düşler kervanı, çoban çeşmesi ve dilden dile dolaşıp duran aşk sözcükleri…
Gökkuşağı yansımalı pencerelere her yağmur sonrası, her yağmur sonrası çiçekler biraz daha boy vermeli, biraz daha açmalı gökyüzü… Çoban çeşmesi karşılamalı bizi dağ yollarında… Sonra sen gelmelisin ardın sıra; adın gelmeli, sesin gelmeli, kokun gelmeli… Ruhumuza aşk neşideleri fısıldayan dağ türküleri gelmeli; ozanların, şairlerin, bulutların, kırkikindi yağmurlarının müjdeleri gelmeli… Evimizin odalarına dolmalı kalbinin sıcaklığı, yorgan gibi örtmeli üstümüze o sıcaklığı şairlerin mısraları… Ve öyle kalmalıyız, öyle, tıpkı gökleri ayakta tutan dağlar gibi sımsıkı ve dimdik!
Elimizde yeniden hayat bulmalı suya inen üveyiklerin kalp atışları, şairler şiirlerini okumalı, rüzgârlar esmeli kuzeyden, güneyden; buhurumeryem kokusu sarmalı bir baştan bir başa yürekleri…“Elimden tut yoksa düşeceğim!” diye mırıldanmalı Atilla İlhan bir yerlerden… Köşe başından Ece Ayhan gelmeli, Cemal Süreya koşmalı ardından nefes nefese… Yağmur yağmalı, güneş çıkmalı, gökkuşağı göz kırpmalı kırlara, dağlara, ovalara… “Ne yaparsan yap göklerden gelen bir karar vardır!” diye haykırmalı taşlaşmış yüreklere asırların büyük ozanı!
Kırlar yeniden, yeniden çiçek açmalı… Yeniden dirilmeli mezarlarından içimizin sesine uyandıran sözcükleriyle yazarlar… Şairler olmalı bu yazarlar çünkü bizi en çok şairler anlar. İçimizin sesine uyandıran meleklerdir onlar; gönlümüzün kanatsız melekleri: Sezai Karakoç, Atilla İlhan, Erdem Bayazıt, Faruk Nafiz, Ahmet Haşim, İsmet Özel, Nurullah Genç, Müştehir Karakaya ve diğerleri… Cümlesine selam!
Onların tecrübeleridir bizi ayakta tutan iksir. Tabi müsaade edersek! Ruhlarımız daha bir mavi, daha bir gökkuşağı olur o zaman. Oğuz Özdeş, Bizim Caddeden Portreler’de Peyami Safa’ya yaşadığı aşkları sorar: “Ondokuzuncu sevgilimle evlendim” der Peyami Safa. Peyami’nin sevgilileri kadar olmasa da okumak uzun bir yürüyüştür. Mutluluğu, iç sesimizi kaçıncı kitabın kaçıncı sayfasında bulacağımız meçhul çünkü. En iyisi okumaya devam. İçinden “sen” çıkan şiiri bulana kadar!