13 Haziran 2025 sabahı, Orta Doğu’nun puslu ufuklarında yankılanan bir saldırı sesiyle uyandı dünya. İsrail’in İran’a yönelik gerçekleştirdiği hava saldırısında çok sayıda üst düzey yönetici ve stratejik hedef vuruldu, İran kamuoyunda derin bir şok dalgası oluştu. Tam da bu anda, enkazların arasında kalan bir İranlının dudaklarından dökülen kelime sosyal medyada duyuldu.

"Ya Ali!”

Bu haykırış, sadece bir şahsın korku ya da sarsıntı anındaki refleksi değil; bir halkın tarihsel hafızasını, inançsal yönelimini ve direnç potansiyelini özetleyen bir sembole dönüşüyor.

Bu haykırış ve İsrail’in İran’a saldırısı üzerinden yükselen

“Ya Ali” çığlığını hem politik hem kültürel hem de teolojik düzlemde derin düşünce analizi gerektiriyor.

İsrail ve İran’ın ilişkileri, 20. yüzyılın ortalarından itibaren büyük dönüşümler geçirmiştir. İran Şahı döneminde (özellikle 1950–1979 arası) İsrail ile İran arasında örtük ve bazen açık iş birlikleri bulunuyordu. Her iki ülke de Arap milliyetçiliğine karşı Batı’nın bölgedeki müttefikleri olarak konumlanmıştı. Ancak 1979’daki İran İslam Devrimi bu dengeyi kökten değiştirdi. Humeyni önderliğinde kurulan yeni İran rejimi, İsrail’i meşruiyetsiz bir “işgal devleti” olarak tanımlayarak onunla tüm diplomatik bağları kesti.

1980’lerden itibaren İran’ın bölgedeki Şii hareketleri desteklemesi (özellikle Hizbullah ve Suriye rejimi üzerinden) İsrail tarafından doğrudan bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Bu noktadan itibaren İsrail-İran ilişkisi dolaylı savaşlara evrilmiştir.

İsrail’in, İran’ın nükleer programına yönelik saldırıları, suikastlar, siber operasyonlar ve zaman zaman doğrudan askeri müdahalelerle sürdürdüğü bu gerilim hattı, 2020 sonrası dönemde çok daha açık bir çatışmaya dönüştü.

Hz. Ali, Şii İslam’ın temel figürüdür. İmamet anlayışına göre o, sadece Hz. Muhammed’in damadı değil; onun ilahi hikmetini taşıyan tek halefidir. Şiiler için Ali, adaletin, cesaretin ve zulme karşı direnişin timsalidir. Bu nedenle İran halkı, tarihsel olarak her kriz anında “Ya Ali” diyerek hem bir yakarışta bulunur hem de direniş bilincini yükseltir.

İmam Ali’nin Kerbela’da zulme uğrayan oğlu Hüseyin ile birlikte anılması, Şii kültüründe her kaybın, her saldırının kutsallaştırılmasına ve yeniden anlatılarla direnişe dönüşmesine neden olmuştur. “Ya Ali” çığlığı bu nedenle sadece bir dua değil, aynı zamanda tarihsel sürekliliği olan bir isyanın sembolüdür.

İsrail ile İran arasındaki çatışma, büyük ölçüde doğrudan değil, üçüncü aktörler üzerinden yürütülen bir vekâlet savaşı biçimindedir. İsrail, Suriye’deki İran milislerini hedef alırken, İran Lübnan’daki Hizbullah’ı, Yemen’deki Husileri, Irak’taki Şii milisleri desteklemektedir. Bu savaş sadece askeri değil; aynı zamanda ideolojik ve semboliktir. İsrail “modernliğin” ve “Batı”nın temsilcisi olarak konumlanırken, İran kendini “mazlumların savunucusu” ve “direniş cephesinin lideri” olarak sunmaktadır.

Bu ideolojik düzlemde Hz. Ali seslenişi hem askeri motivasyonun hem de kimlik direnişinin merkezindedir. İran halkı için her bomba sesi, geçmişteki Kerbela hadisesini, Hüseyin’in şehadetini ve Ali’nin zulme karşı kıyamını yeniden hatırlatmaktadır. Dolayısıyla İsrail’in saldırısı sırasında bir İranlının “Ya Ali” diye haykırması, bin yıllık bir hafızanın ve kimliğin anlık ortaya çıkmasıdır.

Sonuç itibariyle;

Ortadoğu’daki güç dengeleri ve vekâlet savaşları ,inanç ,sembol ve savaş üçgeninde Ortadoğu’nun geleceği ile İsrail’in “teknolojik şiddeti”ne karşı Ortadoğu halkının “inanç direnci” nasıl şekillenir?

Ve son soru :

“Ya Ali” çığlığı bir haykırış mı, yoksa bir kıyam mı?