İnsanların, yaşamak için çalışmak zorunda olmaları işin doğasıdır. İnsan gibi yaşama düşüncesi ile çalışıp üretecek, karnını doyuracak, ailesini geçindirecek ve çocuklarını yetiştirecektir. Bu çalışmaların alanı çok geniştir. Yüzlerce iş kolu vardır. Bu iş alanlardan birinde emek verip yaşama tutunup gideceksin. Bu uygulama evrensel bir durumdur. Tüm dünyada aynı uygulamalar vardır. Buna genel adı ile çalışma hayatı diyoruz. İnsanoğlu işte böyle bir iş kolunda çalışıp, karşılığını alıp yaşayıp gidiyor.
Dünya ortalaması olarak 65 yaşına gelince(bu durum birçok ülkede bazı farklılık göstermektedir) artık yaşlılık nedeniyle çalışamama ve veriminin yavaş yavaş düşmesi düşünülerek emekli olunmaktadır. Bu çalışma hayatının sonunda yıllarca çalışmış olmanın karşılığı olarak geri kalan yaşamın sağlıklı bir şekilde geçmesi için devletler emeklilik sistemini uygulamaya koymuşlardır. Sistem ülkeler arası farklı uygulamalar gösterse de, bu sistemde amaç insanların kalan yaşamalarını rahat geçirmelerini sağlamaktır.
Gelelim bize, gelelim ülkemize: Söylenecek o kadar çok şey var ki, neresinden tutsan elinde kalıyor. 1971 yılında 657 sayılı personel yasası çıkarıldı ve mali hükümleri 1972 de uygulanmaya başladı. O yıllarda ben de bu yasaya tabii devlet memuruydum. Bu yasa kurallarına göre de zamanı gelince emekli oldum. Bu yasanın kurallarından biri çalışanlara yapılan zam oranı neyse, emekliye aynı oranda uygulanırdı. Emekli Sandığı, Bağ-kur ve SSK’nın kendine özel yasal konumu vardı ve bu üç kurumun emeklilik sistem ve oranları da farklıydı. Her üç kurumun da ortak yanı, emekli olabilmek için aldıkları aylık ücretten belli bir miktar emeklilik maaşına esas olmak üzere kesilirdi. Bu durum 2000 li yıllara kadar devam etti. Bağ-kur ve SSK’nın özel yapısı vardı. İş günü sayısı gibi! Emekli Sandığının ise, hizmet yılı esası vardı. Örnek olarak 25 yıl çalışan bir devlet memuruna, son aldığı maaşının yüzde yetmiş beşi üzerinden maaş bağlanırdı. Yıldan yıla çalışanlara zam yapılırken, emeklilere de, bu oran aynen uygulanırdı. Bu şekilde hem adalet uygulanmış, hem de devlet insanına sahip çıkmış olurdu.
Son yıllarda nedendir bilmiyorum(kimse de anlamadı ya)bu üç kurum SGK adıyla bir çatı altında birleştirildi. Memurların çalışma sistemleri değiştirildi, kimse bu konuda da bir şey anlamadı. Yani demem o ki, sosyal güvenlik sistemi karmakarışık bir hal aldı. Çalışanlara seyyanen zam yapıldı, emeklilere yapılmadı. Bu seyyanen zam uygulamasının hangi yasada yeri var onu da kimse anlamadı.
Bir Osmanlı Maarif Nazırının “Bu okullar olmasa, maarifi çok iyi idare ederim” demesi gibi, bir bakan çıkıyor “emekliler devletin sırtında büyük bir yüktür” diyebiliyor. Oysa emeklilik, yıllar boyu maaşlardan kesilen paraların geri verilmesidir. Bu konuyu da çok emeklimiz anlayabilmiş değil. Çağdaş yapıda bir emeklilik sistemi kuramadık gitti.
İşte temmuz ayı geliyor. Çalışanlarda, emeklilerde yapılacak zam oranını dört gözle bekliyor. Biliyoruz ki, yine dağ fare doğuracak, yine bir hüsran yaşanacak, yine ah ile vah ile enflasyonla savaşarak bir altı ay sonrası daha beklenecek. Adımız sosyal, yapımız asosyal olan bir ülke durumundayız. Bunun açık göstergesi emeklilerimizin yaşam seviyesidir. Öyle şeyler duyuyoruz ki insanın aklı almıyor. Türkiye’de bir milletvekili çıkıyor ve diyor ki: “emeklilere çalışmış olduğu yıl kadar emekli maaşı ödenmelidir, ölünceye kadar değil.” Buna mantık da diyemeyiz ama söyleyen zat, ne dediğini kendisi de anlamamıştır.
Çınar altlarında, parkların banklarında oturan emeklilerimiz, eğer ulaşım da bedava olmasa çarşılara bile gidemeyecekler. Artık bir emekli 15 günlük bir tatili bile düşünemez olmuştur. Çok sevdiğim bir arkadaşımın yine bu gazete sütunlarında, yine ayni konuyla ilgili olarak iki sözcüklü bir tespiti vardı. Kendisinin izniyle (biliyorum izin verir)ayni sözcükleri kullanmak istiyorum. VAH EMEKLİM VAH!