Bağımlılık deyince akla önce sigara, alkol ya da teknoloji gelir. Hepimizin çevresinde bir tiryaki mutlaka vardır: Sabah gözünü açar açmaz kahvesini içmeden konuşamayan kahve tiryakisi… Cep telefonuna bakmadan duramayan ekran tiryakisi… Ya da “son sayfayı da okuyayım” diye sabaha kadar uyumayan dizi tiryakisi. Tiryakilik sadece bir maddeye değil, bazen davranışlara, alışkanlıklara da kök salabiliyor.

İşte tam da bu noktada dikkatimi çeken bir bağımlılık var: Okey tiryakiliği.

Bir bakıyorsunuz şehrin herhangi bir köşesindeki oyun salonu tıklım tıklım. İçeri girdiğinizde manzara hep aynı: Kimisi bastonuyla gelmiş, kimisi üniversiteden çıkıp soluğu masada almış. Genç-yaşlı fark etmiyor. Her gün, aynı saatte, aynı kişiler, aynı masada. Sanki işe değil de okey vardiyasına gidiyorlar. Hatta bazıları için durum öyle bir noktaya gelmiş ki, “işe gitmiyor ama okeye gidiyor.”

İşin sosyolojik tarafı şu: İnsanlar aslında okeyle yalnızlığını gideriyor, bir gruba ait olma ihtiyacını karşılıyor. Psikolojik açıdan bakınca ise bir kaçış var; hayatın stresi, geçim derdi, evin gürültüsü… Tüm bunlardan uzaklaşmanın kısa yolu dört taş, bir masa. Kültürel açıdan düşünürsek, bizim toplum zaten “bir araya gelme”ye meraklı. Dün altın günlerinde altınları bozduran teyzeler, bugün okey masasında çay parasını bırakıyor.

Ama işin şakası bir yana; bu alışkanlık çoğu kez “hobi” sınırını aşıp bağımlılık boyutuna varıyor. Saatlerce masa başında oturup evini ihmal eden, işine gitmeyen, çocuklarına vakit ayırmayan insanlar var. Tiryakiliğin ortak zararı burada kendini gösteriyor: İnsan kendine de çevresine de farkında olmadan zarar veriyor.

Bir de bu işin “çay faslı” var. Çünkü okey salonlarının asıl kazananı çoğu zaman masadakiler değil, çaycı oluyor. Düşünsenize; her elde bir çay, her kahvede bir bardak daha… Gün sonunda kazanan ne taş dizen ne taş atan; asıl mutlu olan tepsi tepsi çayı servisten yetiştiremeyen garson! Hatta bazı salonlarda çay servisi öyle hızlı ki, insanın eli taş yerine bardağa gidiyor.

Uzun yıllar bu sektörde faaliyet gösteren bir işletme sahibi şöyle diyor:

“20 yıldır aynı yerdeyim, müşterilerim hiç değişmedi. Aynı kişiler, aynı masalar, aynı muhabbetler… Bazen öyle anlar oluyor ki, oyuna kendini kaptıran müşteri, üzerine düşen sigaranın közünü bile hissetmiyor. Taşın yanına düşen kül umurlarında değil, yeter ki seri gelsin!” İşte bağımlılığın insana kendini unutturduğu anlardan biri.

İşin ironisi şu: Masada en çok kaybeden, ertesi gün yine ilk gelen oluyor. Sanki “bugün kesin kazanacağım” hırsıyla kapıda bekliyor. Okey salonlarının sabah mesaisinde hep aynı yüzleri görmek bu yüzden şaşırtmıyor.

Yine de kabul etmek lazım: Okeyin bir tek faydası var, o da çağımızın hastalığı Alzheimer’a karşı küçük bir önlem olması. Ne de olsa akşama kadar sayı sayıp taş dizmek, beyni diri tutuyor. Yani düşünün; sabah işe gitmeyen ama akşam taş sayarak hafızasını koruyan bir toplumuz!

Demem o ki; tiryakilik ister sigarada, ister sosyal medyada, ister okey masasında olsun, hayatın merkezine oturduğunda zararlı. Taşın rengini seçmek kolay da, bağımlılığın rengini değiştirmek insanın elinde. O yüzden taş yerine biraz da adım sayın, seri yerine yürüyüş parkurunda tempo tutun! Çayı da eksik etmeyin ama bu kez oyun salonunun ince belli bardaklarında değil, termosunuzda için. Hem sağlık kazanın hem sohbet devam etsin.