Eskiden yazları toz toprak, kışları çamur deryasına dönen güzel Kırşehir’imiz şimdilerde yolları asfalt, caddeleri geniş ve betonla güzelleşmiş olsa bile insan hep fazlasını istiyor bu hayatta. Hep hayalini kurup almayı istediğimiz ev, yollarda görüp iç geçirdiğimiz lüks marka araba, kazanmayı hayal ettiğimiz milyarlarca para… Daha sayabiliriz; çok iyi bir şirketin genel müdürü veya devlet dairesinde en üst kademede bir yönetici, sözü dinlenen herkesin saygı gösterdiği bir bürokrat! Ve nihayet hepsinin sonucunda çok zengin bir insan… Oysa bütün bu yazdıklarımız kadar meşgul etmiyor gerek zihnimiz ve gerekse de kalbimizi kul olmak.

Eskiden yazları toz toprak, kışları çamur deryasına dönen güzel Kırşehir’imiz şimdilerde yolları asfalt, caddeleri geniş ve betonla güzelleşmiş olsa bile insan hep fazlasını istiyor bu hayatta.
Hep hayalini kurup almayı istediğimiz ev, yollarda görüp iç geçirdiğimiz lüks marka araba, kazanmayı hayal ettiğimiz milyarlarca para…
Daha sayabiliriz; çok iyi bir şirketin genel müdürü veya devlet dairesinde en üst kademede bir yönetici, sözü dinlenen herkesin saygı gösterdiği bir bürokrat!
Ve nihayet hepsinin sonucunda çok zengin bir insan…
Oysa bütün bu yazdıklarımız kadar meşgul etmiyor gerek zihnimiz ve gerekse de kalbimizi kul olmak.
Hayat dediğimiz yalan şeyin, herkesin dilinde olup kalbinde hiç olmayan “bir ağaç gölgesinde kısa bir dinlenme” kadar olan bu ömrü hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayarak unuttuk.
Dünyanın bütün bu güzellikleri bize garip bir yolcu olduğumuzu hatırlatmıyor bile. Öteki âleme giderken bile geride bırakacağımız her şeyin daha fazlasını biriktirmek istiyoruz. Oysa yanımıza alacağımız yegâne sermayenin çok azını bile biriktiremiyoruz.
Haydi itiraf edelim: Dürüstçe, oramızı buramızı oynatmadan, eğip bükmeden, kıvırmadan, mertçe, delikanlı gibi... Ne derler diye düşünmeyip bunun hesabına hiç girmeden olmak istediğimiz kişiymişiz gibi yapmayı bırakarak...
Ne derlerse desinler deyip, neysek, kimsek, kimin nesiysek işte o olalım bir beş on dakikalığına ve dürüstçe haydi itiraf edelim:
Kul olmak gibi bir derdi yok hiç birimizin. İyi bir insanda olamadık bu hayatta.
En son ne zaman sabah namazına kalkıp uykumuzu böldüğümüzü hatırlamıyoruz bile… Zekâtlarını veremediğimiz malların bize şahitlik edeceği o sonsuz hayatı unuttuk hep.
Çocuklarımız kavga etsin küs olsunlar diye biriktirdiğimiz servetlerimizin bize olmamışken hayrı onlara hiç olmayacağını bile bile hırs yaptık para ve servet kazanmayı.
Hiç utanmadan sıkılmadan en yakın ve en sevdiğimiz kişilerin bile gıybetini saatlerce yaparak, dünyayı zevk ve eğlenceden ibaret olarak görerek, “yaşımız genç daha çok namaz kılar, çok oruç tutarız” deyip ilahi emirleri hiçe sayıp, çocuklarımıza bir futbol takımının oyuncusu kadar Allah’ı anlatıp, Peygamberi sevdiremedik itiraf edelim.
Dıştan bakınca mütevazı kisvesine bürünüp zirve yapan kibirlerimizden, zekâ kılıklı üçkâğıtçılığımızdan, uyanıklık suratlı dalaveremizden, içeride farklı dışarıda farklı ikiyüzlülüğümüzü, kul olmanın sadece ibadetten ibaret olduğunu zannedip akraba komşu eş dost ziyaretlerini kesip yardımlaşmayı unuttuğumuzu itiraf edelim.
Kişileri Allah rızası için değil de sırf parası, pulu, makamı, mevkii… İçin sevip saydığımızı.
Onurumuzu, şerefimizi, kişiliğimizi hiçe sayıp üstte duran kişilere yalakalığı haysiyet saydığımızı.
Yıllar boyu alkışladığımız kişilerin ayakları kayıp durumları kötü olduklarında yüzümüzü öte taraflara çevirme ahlâksızlığında bulunduğumuzu.
Kendi yığınla kusurlarını görmeyip başkasının küçücük kusurlarını büyütmekle kalmayıp, başkaları tarafından eleştirilemeyecek kadar mükemmel olduğumuzu zannettiğimizi.
Haydi itiraf edelim ama Müslümanca...
Hep Müslüman olduğumuzu ballandırarak söyleyip bir kez Kur’an-ı açıp okumadığımızı, dini bilgilerimizin tavan yaptığını söyleyip bir kez İslâm İlmihalini okumadığımızı, okusak ta gereğini yapmadığımızı…
Bırakın bunları otuz iki farzı yarısına kadar sayamayan, Ayeti kabul edip, Hadisi inkâr edecek kadar ham softa kaba yobaz olan bir toplum haline geldiğimizi.
Dindarlığı kimselere bırakmayıp, kıblenin yönünü bilmeyip, anlı secdeye değmeden “benim kalbim temiz” deyip kendini bu sözlerle kurtaracağını sanan ahmaklardan olduğumuzu…
Haramla helali karıştırıp, onun bunun hakkını yiyip, köşe dönen, sonra sureti haktan gözüküp din-iman dersi verenlerden oluğumuzu…
Camilerdeki hocaları beğenmeyip anne-babası vefat etiğinde onları nasıl yıkayıp kefenleyeceğini bilmeyen zavallı bir toplum olduğumuzu…
Eli kanlı canilerin katlettiği çocuklara, şehrimize gelen şehit cenazelerine… tuttuğumuz takımın yenilgisi kadar üzülmediğimizi, televizyon kanallarında Messi’nin, Ronaldo’nun hatta Victoria Secret’in yer aldığı kadar Peygamber Efendimizin yer almadığı kanalları hala izliyor olmaktan utanmadığımızı.
Dünyanın dört bir yanından özellikle Arakan, Filistin, Doğu Türkistan, Myanmar‘daki öldürülen kardeşlerimize bir film yıldızı, bir mankenin haberi kadar dikkatimizi çekemediğini…
İtiraf edelim…
Ve korkmayın itiraf etmekten ister bağırarak, isterseniz yüreğinizin içine sessizce itiraf edelim…