Eskiden az ama öz konuşan büyükler vardır. Bu büyüklerin yerini yaşları küçük olan, ancak lafları büyük olan gençlerde tek tük de olsa çıkabiliyordu.
Geçenlerde bir genç dostum bana öyle bir laf söyledi ki sustum kaldım. Uzun süre kafamın içinde dolandı söylediği söz “strese girenin imanından şüphe ederim!” demişti.
Bunun üzerine epeyce bir kitap okuyup internetten bilgi edindim.
İşleri gerçekten çok stresli biri olarak ilk başta bu sözü çok ağır bulmuş olsam bile, kafamın içinde söz dönüp durdu uzun zaman. Yaşadığımız yüzyılın en önemli problemlerinden biri olan stres hakkında bu kadar kesin ve keskin bir ifade acaba ne kadar doğru idi?
Geçen gün Kırşehir’den çok sevdiğim bir arkadaşla oturup hayatın sıkıntıları ve zorlukları hakkında konuşmaya başlanınca bende kendisine stres ve stresle mücadele hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım. Arkadaşım da benimle birikimlerini paylaşıyordu. Bir ara yazımın ilk başında dostumun söylediği “Strese girenin imanından şüphe ederim!” lafını attım ortaya. Arkadaşım “doğru bir cümle” dedi. “Hatta bir insan stres yüzünden hasta olursa Allah o insana bunun hesabını bile sorar” dedi.
Stres, halkın bildiği ve kullandığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak demektir. Sıkıntılar insanı umutsuz ediyor. Mutsuzluk insanı hasta ediyor.
Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor.
Kimisi ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor.
Kimisi maddi sıkıntılarla boğuşuyor.
Kimisi çevresindekilerin kendisini anlamadığından dert yanıyor.
Kimisi bir sevdiğini toprağa verince hayata küsüyor.
Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey var ki. Herkes kendisine dert edecek binlerce sıkıntı bulabilir.
Stresle iman arasında bir bağlantı var mı dersiniz?
Sıkıntılarla dolu bir hayat denilince benim aklıma hep Peygamberler geliyor. Allah Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret almamız için değil mi?
Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak istiyorum.
Hz. Eyüp’ü hastalıkla imtihan eden Allah, bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi?
Hastalığı kafaya takıp bunalıma giren insan “Allah’ım, beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsun ki?” demiş olmuyor mu?
Hz. Nuh’u oğluyla imtihan eden Allah, sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi?
Hz. İsmail’i babasıyla imtihan eden Allah, sizi öz babanızla imtihan edemez mi?
Hz. Lut’u eşiyle imtihan eden Allah’a, “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Hz. Yusuf’u kardeşleriyle imtihan eden Allah, belki sizi de kardeşlerinizle imtihan ediyordur!
Aslında herkesin sıkıntısı sorunu var olması da hayatın ve yaradılışın bir gayesidir.
Tüm peygamberlerin hayatları sıkıntı (imtihan) dolu olduğuna göre, bizim hayatımızda da bazı sıkıntıların olması hayatın bir parçası değil mi?
Anne veya babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah’a “Benim annemi / babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyor?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Allah bu acıyı gerçekten kimseye yaşatmasın ancak; bu acıyı yaşayan anne babalar “Allah kimseye yaşatmasın!” derler. Beş defa evlat acısıyla imtihan edilmiş bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu asla unutmamalıyız.
“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanî” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır.
Stres ile iman arasındaki ilişki kafamın içinde uzun zamandır dolanıyordu. Bir okuyucum bana öyle bir söz gönderdi ki, o sözü okuyunca kafamın içinde dolanan cümleler köşe yazısına dönüştü. Bu yazıyı da o güzel sözle bitirmek istiyorum.
Çok sıkıldığınız zaman bu cümleyi hatırlayın çünkü ben hiç unutmuyorum.
Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp, “Benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “Benim büyük bir Rabbim var!” de…
Hala streste olan var mı?