Geçenlerde yine Ege’deydim… Ege kıyılarındaydım… Bodrum’da Kos Adası’nın karşısında, Ege Denizi’nin mavi sularına bakarak oturdum bir taşın üzerine… Martılar “Orası bizim yerimiz” der gibi etrafım da dönüp duruyorlar, zaten ben de martı gibi başımı yana yatırarak bakıyorum kasvetli havaya… Benim gibi gazeteci birisi kafasını dinlemek için denize gittiğinde “memleketin ve Kırşehir’in durumunu” düşünür; örneğin şu deniz ile demokrasimiz… Ne kadar çok bir birine benziyor… Sahillerin içine edip sonra girip yüzmek gibi… Bazen anılarınla baş başa kalırsın bir kıyı kasabasında… Kendi kendine sorarsın: “Hayat nedir?” Sahi nedir hayat? Uzun uzun düşün cevabını almak için! Bu yıl Ağustos ve Eylül aylarının sıcakları yaktı, kavurdu, doğayı ve insanları… Biz de böyle sıcak günleri geride bırakıp öyle yaptık. Eşimle birlikte geçen yıl ki gibi soluğu yine Bodrum’da aldık… Bir kıyı kasabası kendi sessizliği içinde eski zaman masalları anlatıyor sanki… Daha önce birkaç kez gidip gezdiğimiz hemen yanı başımızdaki Kos Adası’na bugünlerde yasaklar konmuş.

Geçenlerde yine Ege’deydim…
Ege kıyılarındaydım…
Bodrum’da Kos Adası’nın karşısında, Ege Denizi’nin mavi sularına bakarak oturdum bir taşın üzerine…
Martılar “Orası bizim yerimiz” der gibi etrafım da dönüp duruyorlar, zaten ben de martı gibi başımı yana yatırarak bakıyorum kasvetli havaya…
Benim gibi gazeteci birisi kafasını dinlemek için denize gittiğinde “memleketin ve Kırşehir’in durumunu” düşünür; örneğin şu deniz ile demokrasimiz… Ne kadar çok bir birine benziyor…
Sahillerin içine edip sonra girip yüzmek gibi…
Bazen anılarınla baş başa kalırsın bir kıyı kasabasında…
Kendi kendine sorarsın: “Hayat nedir?”
Sahi nedir hayat?
Uzun uzun düşün cevabını almak için!
Bu yıl Ağustos ve Eylül aylarının sıcakları yaktı, kavurdu, doğayı ve insanları…
Biz de böyle sıcak günleri geride bırakıp öyle yaptık. Eşimle birlikte geçen yıl ki gibi soluğu yine Bodrum’da aldık…
Bir kıyı kasabası kendi sessizliği içinde eski zaman masalları anlatıyor sanki…
Daha önce birkaç kez gidip gezdiğimiz hemen yanı başımızdaki Kos Adası’na bugünlerde yasaklar konmuş. Zira Türkiye’den yüzlerce yerli turist Yunan Adalarına gidiyorlarmış, oralara milyonlarca lira döviz bırakıyorlarmış. Belki bundan dolayı yasaklanmıştır…
Ekim ayını da yarıladık neredeyse, sonbaharın son demleri, artık kış geliyorum diyor, tası tarağı toplayıp yola düşmek gerek.
Nereye mi?
Sahipsiz demokrasi gazisi Kırşehir’e…
Görüyor musun hazan oldu her taraf!
Ceviz çırpılacak, toplanacak ayvalar kaldı dallarında…
Mahallem ve çocukluğumu yaşadığım sokaklar, nerde arkadaşlarım?
Hava soğuyor ve yağmur çiseliyor…
Hava bir açıyor, bir kapanıyor, seviyorum doğrusu…
Ben hâlâ eşimle Bodrum’dayım…
Bedir Rahmi Eyüpoğlu’nun koyunun hemen yanı başında doğa ve denizle baş başayım.
Gözümde para, servet, hırs yok. Olanları Allah doyursun!..
Her devrin adamı, düzenbaz, yalaka, sahtekârlarla, helâl yerine haram kazanıp, köşe dönenlere haram olsun. Allah onları bildiği gibi yapsın. Helâl kazanıp helâl yiyenlere, helâl kazananlara helâl olsun demeden edemiyorum.
Sabah erkenden kalkıyorum, tekneciler beni görmeden sabah açılmıyorlar denize.
Tekneciler Neşet Ertaş’ın memleketi Kırşehirli olduğumu öğrendiler ya beni görmek, muhabbet etmek için arayıp duruyorlar. Balık sofrası ve muhabbeti bir harika oluyor…
Bana bizim ustalarla ilgili hikâyeyi hatırlatıyorlar. Hikâye bu ya polis memurunun trafik kontrolü sırasında durdurduğu ve ustalarımızın verdiği cevabı soruyorlar, “Böyle bir şey gerçekten olmuş mu?” diyorlar.
Ben de “hayır, bu tam bir mizansen” diyorum ve bizim ustaların hepsinin okuması, yazmasının yüksek olduğunu, hepsinin çalışkan, dürüst, namuslu ve şerefli olduklarını anlatıyorum. Hepsi alkışlıyorlar.
Bodrum müzesini geziyoruz. Müzenin önündeki ünlü “Mavi Sürgün” kitabının yazarı Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın büstüne bakıyoruz.
Başka iller kendi bağrından çıkan delisini, velisini, akıllısını, yani böyle değerlerinin anıtlarını, büstlerini yaptırıp şehirlerinin uygun yerlerine, parklarına koymuşlar.
Acaba biz Kırşehirliler bağrımızda çıkan nice akıllıların, delilerin, velilerin anıtlarını, büstlerini yaptırıp Kırşehir’in onlarla anıldığını, tanındığını duyuramaz mıyız?
Örneğin büyük Türkçü, hukukçu, şair ve yazar efsane adam Celal Tekiner’i, Profesör Doktor Erol Güngör’ü, Hamal İbrahim Ağa’yı…
Bazen hüzünleniyorum, geçip giden yıllarıma elem duyuyorum.
Eşim “artık gidelim, dönelim Kırşehir’e” diyor.
Gökyüzü yine siyaha büründü, hava serinledi, yağmur yağmaya başladı.
Yağmur altında dolaşmayı da, ıslanmayı da seviyorum.
Böyle havalar değil mi beni buralara bağlayan…
Bodrum’un en güzel koylarını kim bilir kaç kere dolaştım. Eşime, sevgimi, bitmez tükenmez aşkımı anlattım.
Mutlulukları eşimle birlikte paylaştım hep. Göcek koyuna yakın bir yerdeyiz. Masmavi deniz, uçsuz bucaksız gemiler geçiyor yanı başımızda.
“Gözlerimin içine bak Eli, ilk günkü gibi seni seviyorum ya… Böyle yerler değil mi, beni sana bağlayan” diye haykırıyorum.
Böyle havalardan oldum olası hüzünlenirim hep nedense…
Maviler giyinmiş gökyüzü, yamaç müthiş ormanlar, umutlarımızı, sevinçlerimizi çoğalttığından olacak.
Aklıma bir soru geldi, gökyüzüne bakarken.
Hayatın açılıp kapanan perdelerini bilen var mı?
Nereden geldi bu soru aklıma?
İşte tam da zamanıydı, hukukçu torunum Berkay aradı.
“Dede, nerdesiniz, ne zaman geliyorsunuz. Havalar nasıl? Sıcak mı oralar? Kırşehir’de havalar çok soğudu!” diyordu.
Bodrum’un Göcek yakınındaki koylarda dolaşıyorum. Ama aklım nedense Kırşehir’de.
Biraz sonra hava kararacak, güneşin batışını seyredeceğim.
Kıyılarda, koylarda ışıklar yanacak.
Işıkları denize vuracak.
Ben ise eşimle bitmez, tükenmez bir sevginin yolculuğunu yaşıyorum.
Görüyor musun, Göcek’in bitişiğindeki koyda, akşamın ilk ışıkları sulara vururken, müziğin coşkusu bana çocukluk, gençlik yıllarımı hatırlatıyor, neye sayarsanız sayın…
Eşim ışıkları yanan kıyıların oluşturduğu güzellikleri gösteriyor bana…
Sessizlik yerine müthiş bir müzik eşliğinde kıyıları dolaşıyoruz.
Eşimle el ele veriyoruz. El ele tutuyoruz 47 yıllık evliliğimizi, sevgimizi, mutluluğumuzu, çocuklarımızı, torunlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Eşim de mutlu, ben de. Allah birlikteliğimizi bozmasın diye duamızı ediyoruz.
Bir kıyı kasabası kendi sessizliği içinde eski zaman masalları anlatıyor çocuklara sanki…
Garip bir zaman dilimi içindeyiz bilinmezliklerimizle…
Yine sonbahar…
Her bir yaprak yere düştüğünde, bir koşu onu alıp dalına koymak gelir içimden.
Bugünlerde en çok yaprakların yere düşüşüne canım sıkılır.
Biliyorum dallar mı sevdasız, yapraklar mı sevdasız…
Hadi desem ki “Sonbahar’dır…”
İyi ya işte, sonbaharlar ayrılık zamanıdır…
Tanımlayamadığımız bir sızı kaplar içimizi…
Duymadığımız bir hüzünlü şarkı çalıp durur kulaklarımızda…
Bilmediğimiz ve aslında duymadığımız doğrusu olmayan öyküler uydururuz kendi kendimiz için…
Bahaneye bakar gözlerimiz, bir bakarsınız ki bir anda dudaklar kıvrılır, büklüm büklüm oluverir…
Dün gece baktım da göçmen kuşları geçtiler evimizin üzerinden…
Bahçemdeki güllerin boynu büküldü…
Ben bu sonbaharları sevmiyorum ya…
Kırşehir’deyim işte, topraklarını kokluyorum, içime çekiyorum Kırşehir’i…
Daha ne isterim Kırşehir’le kucaklaştım ya…