Pek çok il neleri ile tanınıyor biliyorsunuz.
    Kırşehir’in neyi var, neyi ile anılır, neyi ile hatırlanır?
    Kırşehir’e gelen bir misafirinizi nereye götürürsünüz, ne yedirir, ne hediye alırsınız? 
    Kırşehir turizmden, sanayiden yoksun bir il olduğu için Pir Ahi Evran-ı Veli’yi de gereği gibi tanıtamadığımız için maalesef her alanda kaybediyoruz.
    Kırşehir’de 1950’li yıllarda Türk siyasetine damgasını vuran hemşehrimiz Osman Bölükbaşı ile anılırken, bugün ölümünden sonra Kırşehir Neşet Ertaş’la birlikte anılmaya başlandı. Yani Kırşehir denince akla Neşet Ertaş geliyor.
Evet, Kırşehir’de Aşık Sait’ten Muharrem Ertaş’a ve oğlu Neşet Ertaş’a uzanan önemli türkü pınarlarımız var.
    Bozlaklarımızın, ağıtlarımızın, türkülerimizin böylesine dillendirenlerin başında yanık sesiyle hâla dinlediğimiz Muharrem Ertaş Usta ile yetiştirdiği oğlu Neşet Ertaş’ın birlikte bulundukları bir düğünde çekilen yarım asırlık bir fotoğrafı siz değerli okurlarımla paylaşıp, sizleri o yıllara götürmek istiyorum.
    Kırşehir’de abdal kültür geleneğinin simgelerinden olan, adına anıtlar diktiğimiz Muharrem Usta ve oğlu Neşet Ertaş’ın yaşamları hep yokluk ve yoksulluk içinde geçti. Hak ettikleri değeri ne yazık ki sağlıklarında göremediler. 
    3 Aralık 1984 tarihinde bu çileli dünyaya veda eden Muharrem Ertaş ile oğlu 25 Eylül 2012 tarihinde kaybettiğimiz Neşet Ertaş artık anılarımızı süsleyen fotoğraflarla hatırlanacak.
    İşte yukarıda anılarda kalan fotoğrafta görüldüğü gibi baba-oğul Ertaş’lar bir düğünde birlikte görülüyorlar. 
Abdallık geleneğinin ve bozlak türünün en önemli isimlerinden olan Muharrem Ertaş, oğlu Neşet Ertaş’la henüz küçük bir çocukken köylerde sünnet ve düğün törenlerinde çalıp oynarlardı. 
Neşet Ertaş, çok küçük yaşta bağlama ve keman çalmayı öğrenirken, babasıyla uzun yıllar Kırşehir'in ilçeleri ile çevre illerde köy köy gezerek kendi deyimiyle düğünlere şenlik kattı.
Daha sonra Kırşehir'de kendisi gibi yetenekli diğer müzisyenlerle düğünlerde sazını çalmaya devam eden Ertaş’ın bu yüzden okula gidemediğini ve okumayı ağabeyi Necati Ertaş'tan öğrendiğini biliyoruz…
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine teklif edilen "Devlet Sanatçısı" unvanını "Herkes bu devletin sanatçısı" diyerek kabul etmeyen büyük usta Ertaş, Abdallık kültürünün son efsanesi olarak hayatta olduğu dönemde "Unesco Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi" kapsamında Kültür ve Turizm Bakanlığınca "Yaşayan İnsan Hazinesi" ilan edilmişti.
Eserlerinde Anadolu insanının acı ve kederini dile getirdiğini ifade eden Ertaş'a, İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı tarafından 2011'de fahri doktora unvanı verildi. Aynı zamanda sanatçının bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuvarlarda ders olarak okutuldu.
Neşet Ertaş’la ilgili nice yazılar kaleme aldım, onun Kırşehir’e ve Türkiye’ye verdiği unutulmaz katkıları yazdım, çizdim. Onun Türk müziğine katkıları unutulmaz. 
Herkes Neşet Ertaş’ı kendine yakın bulur. Ama o Kırşehir’in has evladıdır. Bu konuda gazeteci Ahmet Hakan vefatının ardından yazdığı bir yazıda, onun Kırşehir’li olduğunu üstüne basa basa teyid etmiş ve “Tamam, Kırşehir’indir Neşet Ertaş... Ama bir çeyreği Yozgat’ındır, diğer çeyreği Kırıkkale’nindir...” demişti.
Neşet Usta ile ilgili binlerce yazar, araştırmacı, gazeteci ve akademisyen onlarca yazılar kaleme almıştır. İşte bunlardan birisi de Aygün Akdağ. 
Sayın Akdağ 25 Eylül 2020 tarihindeki “Üstat Neşet Ertaş’ın Leyla’sı Kimdi?” yazısında bakın baba Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş arasında geçen Leyla atışmasını ve yaşananları şöyle anlatıyor:
Tartışmaya kapalıdır; ülkemizin en büyük üstatlarından biri Neşet Ertaş’tır! 
Peki Neşet Ertaş’ın da bir rol modeli olduğunu ve aşkı uğruna onunla bile atıştığını biliyor muydunuz?
Bozkırın tezenesinin de bir üstadı vardı… O da, öz be öz babası Muharrem Ertaş’tı!
Fakat, onları birbirinden uzaklaştıran köklü bir mesele vardı:
Bir garip Leyla sevdası…
Abdallık geleneğinin ve Bozlak türünün en önemli isimlerinden olan Muharrem Ertaş, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın babası ve üstadıydı. Muharrem Ertaş’ın ilk saz hocaları, dayıları Bulduk Usta ve Yusuf Usta idi. Babasının adı da Zurnacı Kara Ahmet’ti.
Henüz küçük bir çocukken köylerde sünnet ve düğün törenlerinde çaldı. Bayramlarda saz çalarak dolaştı. Oğluna da Anadolu’da türküler söylemeyi kendini örnek göstererek öğretti. Neşet Ertaş, müzik eğitimini neredeyse tamamen babasından aldı.
Gel zaman, git zaman; Neşet Ertaş da babası gibi özellikle Anadolu’nun birçok yerinde çalıp, söyler oldu. Günün birinde, Ankara’da bir gazinosunda çalışmaya başladı. Sazı, sözü, sesi; herkesi mest ediyordu.
Onunla aynı gazinoda çalışan kara kaşlı, kara saçlı bir kadın vardı. Adı Leyla’ydı.
Leyla da türkücü olmak istiyordu… Bağlama çalıp türkü söyler, çevresindeki insanlar da Leyla’yı oldukça hoş bulur ve severlerdi.
Neşet Ertaş, kendi gibi türkü söyleyen Leyla’ya tutuldu.
Sevdalandı, aşık oldu…
Leyla da ona!
Neşet babanın içi içine sığmadı. Birçok türkü yazdı, gözlerinin içine baka baka söyledi… Utana sıkıla da olsa yaşadılar aşklarını, ölümsüz gibi!
Sonra, birçok aşık gibi; hayatlarını birleştirmek istedi iki aşık… Evlenmeye karar verdiler. Fakat ortada ciddi bir sorun vardı.
Neşet Ertaş’ın babası Muharrem Ertaş, istemedi Leyla’yı… Türkücüden, gazinocudan gelin olmazdı! Leyla’nın sahnede şarkı söylemesi, baba Ertaş için kabul edilemez bir şeydi. İnatla bu aşkın ve elbette bu evliliğin karşısında durdu…
“Evladım” türküsünü de oğlu Neşet’e yazdı; baba nasihatı niyetiyle de çalıp söyledi.

“Temiz ruhlu, saf kalplisin, şöhretsin
Hakkın vardır evlenmeye evladım
Mevlam sebep olanları kahretsin!
Aslı bozuk alma dedim evladım…”

Babasının Leyla’ya aslı bozuk demesi, Neşet Ertaş’ın yüreğini yangın yerine çevirdi. Kızdı, kırıldı, küstü atasına… Leyla’dan vazgeçmeye niyeti yoktu.
Babasına bir türküyle cevap verdi oğlu da…

“Aşkı kimden aldın, sevgiyi kimden?
Aslı bozuk deme gel şu insana
Soracak olursan eğer ki benden;
Aslı bozuk deme gel şu insana ya dost!”

Neşet gönül verdiği kadına “aslı bozuk” diyen babasına, “senin fikrin bozuk, bak şu insana” diye cevap verdi. Hal böyleyken, babası da darıldı biricik evladına… Uzun uzun yazıp, söyleyemedi kahrından. Tek bir dörtlükle cevap verdi ona.

“Küsmedim Neşet’im; kahrettim sana
Baban değil miydim, sormadın bana
Olan olmuş yavrum ne deyim sana
Sen aklını yitirmişsin evladım…”

Dinlemedi Neşet usta babasını… Aşk, söz dinlemezdi çünkü. Bağlamasının tellerine bağladı bir yarısını ve evlendiği Leyla’sıyla. Koca 7 sene evli kaldılar, 3 tane de çocukları oldu.

Babası ile sevdiği arasında kalan bozkırın tezenesi, kaybetti bir gün Leyla’yı. Ayrı düştüler, bitti sevdaları… Bu koca aşk hikâyesinden kül olan kalbi ile Neşet Ertaş, bir türkü yazdı.

“Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım, boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım…”

Leyla ile ilişkileri bittikten sonra en hüzünlü türkülerini söyledi Neşet Ertaş! Öyle bir söyledi ki, hala acısını dinleyenler bile taşır…

“Viran oldu evim yurdum,
Ne söylesem boşa Leyla’m…”

Baba oğul kırgın kaldılar birbirlerine uzunca bir süre… Aradan yıllar geçti, Muharrem Ertaş hastalandı bir gün. O sıralarda Almanya’da yaşayan Neşet’e haber verildi, Neşet Ertaş yanında sadece küçük bir çanta ile apar topar geldi memleketine. Ne yaptıysa, ne ettiyse de, babasının son nefesine yetişemedi… Ve babasıyla dargın göçtüler dünyadan. Belki de affettiler birbirlerini son nefeslerinde…

Oğul, babasına son bir türkü yazarak veda etti.

“Uzak yoldan geldim, hasretim için
Hani nerede babam, Muharrem nerede?
Yaralı Bülbül’üm ses vermez, niçin?”

Neşet Ertaş’ın tek vasiyeti, “Beni üstadımın, babamın ayak uçlarına gömün” oldu. Bu vasiyet, 25 Eylül 2012’de yerine getirildi.
Çünkü ne olursa olsun bilirdi; bu dünya, yalan dünya…
Bu vesile ile Kırşehir’in tanıtımına damgasını vuran baba Muharrem Ertaş ile oğul Neşet Ertaş’a bir kere daha Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekânları cennet olsun.