Atatürk'ün geçirdiği hastalıklar

Mustafa Kemal sağlıklı bir insan değildi, elli yedi yıllık yaşamını hastalıklarla geçmiştir. İlk yaşadığı ciddi hastalık ve travma çocukluk dönemine denk geliyor. Makbule hanım dışında 4 kardeşini erken yaşlarda kaybeden Mustafa, erkek kardeşleri Ahmet ve Ömer gibi küçük yaşta difteri ve kuşpalazı geçirdi. Ancak kardeşleri vefat ederken Mustafa bu hastalığı atlattı. Ölen kardeşlerinin hikâyelerini dinleyerek büyüdü ve 20 yaşına geldiğinde Naciye adındaki en küçük kardeşi de vefat etti.                                                                                             Mustafa Kemal Manastır'da askeri liseye henüz yeni başladığı sıralarda sıtmaya yakalandı. Sıtma hastalığı onu hayatının sonuna kadar etkiledi. O dönemlerde ölümcül olan bu hastalık 15-16 yaşlarındaki Mustafa Kemal'in bağışıklık sistemini de zayıflatmıştı. Hastalığı dönemi yüksek ateş, titreme ve baygınlık geçiren Mustafa Kemal bu hastalığı da atlatmayı başardı.     

Tarihler 8 Aralık 1911'i gösterdiğinde Binbaşı Mustafa Kemal 30 yaşındaydı ve Osmanlı Devleti'nin Kuzey Afrika'daki son toprağı olan Trablusgarp'a gönderildi. Derne'deki 16-17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralanıp bir ay hastanede tedavi gördü. Bir harabeden düşen kireç taşı parçası şiddetle yüzüne çarptı ve ömrünün sonuna kadar sol gözünde kalıcı hasar bıraktı. Atatürk’ün sol gözünün şehla (hafif şaşı) olması bu savaşta geçirdiği kaza sebebiyle oldu.

1914-15 yıllarında Çanakkale savaşları sırasında Yarbay Mustafa Kemal tekrar sıtmaya yakalandı. Conkbayırı’ndaki çarpışmalarda bir bombadan saçılan şarapnel parçası kalbine isabet etti. Albay Mustafa Kemal bu olayı anılarında şöyle anlatıyor: "10 Ağustos 1915, vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbinin üzerinde cebinde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi ordu komutanı Liman von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim."  

Atatürk, Çanakkale Savaşı boyunca, sıtmanın yanında böbrek rahatsızlığı da çekti. 1917 yılı sonunda o dönemde Veliaht olan Sultan Vahdettin ile Almanya’ya giden Tümgeneral Mustafa Kemal'in bu rahatsızlığı daha da arttı. Mustafa Kemal Paşa bu sebepten dolayı Avusturya'nın Viyana şehrine gitti. Bristol Oteli'nde kalan Mustafa Kemal Paşa'nın Cottage Sanatoryumu'nda tedavisi başladı ve Karlsbat'da (Carsbad) da kaplıca tedavisi gördü.

Atatürk'ün gençliğinden itibaren kulak egzaması vardı. 1926'da Bursa'da kulak egzaması nüksetti. Bu nedenle ile sık sık kulak iltihabı geçirdi.  Mustafa Kemal Paşa 12 Ağustos 1921'de Ankara Polatlı’da cepheyi incelerken atın ürkmesi sonucu düşerek üç kaburga kemiğini kırdı. Ancak sadece 5 gün sonra tam iyileşmeden 17 Ağustos’ta cepheye dönmek zorunda kaldı. O dönemde geceleri iyi uyuyamayan ve sık sık ateşlenen Mustafa Kemal Paşa için Halide Edip Adıvar, "Mustafa Kemal'i hiç bu kadar yorgun ve ümitsiz görmedim." demişti.      

Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1923'te cumhuriyetin ilanından 2 hafta sonra 11 Kasım günü kalp krizi geçirdi.(Bazı kaynaklarda bu tarih 10 Kasım olarak geçiyor) Ankara'da Çankaya Köşkü'nde öğle yemeği yerken fenalaşıp masadan kalkamayan Türkiye Cumhurbaşkanı'nın imdadına Doktor Refik Saydam yetişti. O dönemde odasında zatürree teşhisiyle yatan Latife Hanım'ı kontrol etmeye gelen Doktor Saydam yanında getirdiği morfini Mustafa Kemal Paşa'ya enjekte etti ve Paşa ölümden döndü. Krizi aşırı yorgunluk ve stres tetiklemişti. 

İkinci kalp krizi 2 gün sonra Atatürk'ü bu sefer Çankaya Köşkü'nün bahçesinde yakaladı. Köpeği Foks ile oynayan Paşa bahçede kahve içerken bir anda yere yığıldı. Teşhis yine aynıydı; çok çalışmak ve stres kalp krizlerine neden olmuştu. Latife Hanım, Mustafa Kemal Paşa'ya çok kahve ve sigara içtiği yönünde telkinde bulunsa da Mustafa Kemal Paşa çalışmalarını Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem binasına kaydırdı ve kendisine konan günlük 10 sigara yasağını deldi. Atatürk, ilk kalp krizini geçirdiğinde 42 yaşındaydı. Atatürk, üçüncü kalp krizini İstiklal Harbi dönemini kaleme aldığı Nutuk'u hazırlarken geçirdi. Kimi zaman üç gün uyumadığı 1927 Mayıs'ında Atatürk çalışmaları döneminde Çankaya Köşkü'nde üçüncü kriz geldi. Sağlık Bakanı Refik Saydam ve Doktor İsmail Arar'ın müdahale ettiği Atatürk'ün bu sefer çok acı çektiği ve kas gevşetici iğnelerle sakinleştirildiği biliniyor. Ancak Atatürk'ün yaşadığı kalp krizi 23 ve 28 Mayıs’ında kalp spazmı şeklinde nüksetti.

Atatürk'ün tedavi disiplini altında tutulması için yurt dışından doktor getirilmişti. Yabancı uzmanlar onu muayene edip yapılan tedaviyi uygun ve yeterli gördüklerini söylediler; bu sefer sigara ve içki yasağı kondu. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım ve babası Ali Rıza Efendi kalp hastasıydı ve dikkatli olması gerekiyordu. Ancak Atatürk'ün bu tedavi disiplinine de uyduğu söylenemez.

Takip eden 10 sene içerisinde Atatürk'te fazla bir rahatsızlık belirtisi görülmedi. Ancak 1936 yılının kasım ayında Cumhurbaşkanı bir sabah yüksek ateş ve şiddetli ürpermeyle uyandı. Ateşi 39'du ve vücudunun sağ tarafında şiddetli bir ağrı hissettiğini söylüyordu. Zatürree teşhisi konulan Atatürk bu olayın akabinde beş gün boyunca doktorlar ne dediyse noksansız tatbik etti.  Sonraki dönemde Atatürk, 1938'e kadar doktor gözetimi altında kaldı ancak yasakları delerek yaşantısında fazla bir değişiklik yapmadı. 1938'in ocak ayında vücudunda kaşıntı başlayınca tüm düzeni bozuldu ve Yalova'ya kaplıca tedavisine gitti. Bursa kaplıca müdürü Doktor Nihat Reşat Belger'e muayene oldu. Siroz hastalığına ilk teşhis burada konuldu.

Doktor Belger anılarında bu olayı şöyle anlatıyor:

"Elle yaptığım muayenede karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğünü anladım. Kaşıntının yemek ve içmekle ilgili olduğunu söyledim. O güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde bu sözlerim sürpriz tesiri yaptı. Ama belli etmeden, 'Şimdi ne yapacağız' dedi. Yemek içmekten ne kastettiğimi anlamıştı. Perhize hemen başlaması gerektiğini söyledim. Kaşıntısını azaltacak bir pudra verdim." 

Mustafa Kemal Paşa Çanakkale Savaşlarındaki muhteşem dehasıyla mecliste muhaliflerinde saygısını kazanmıştı. Kurtuluş Savaşı yıllarında üst düzey ittihatçılar Enver’in yanında olsa da, cemiyetin inanmış kadroları Kurtuluş Savaşına katıldılar. Bazı üst düzey İttihatçılar Enver’i Türkiye’ye getirmek isteseler de Atatürk buna kesin olarak engel oldu, bu konuda Kazım Karabekir’e kesin emir verdi.  

Birinci Dünya Savaşında kaynaklar sınırlıydı, ancak üç askerden birine silah düşüyordu onun içinde herkes kaybetti. Savaş maliyetliydi, bunu rahatça karşılayacak zengin devlette pek yoktu.                                                                                                                                                                                Harp okulunun onca kurmayının arasında Mustafa Kemal’in ön plana çıkmasının sebepleri vardı; M. Kemal farklı unsurları bir arada tutabilen yetenekli bir liderdi. Millet meclisinde çok farklı unsurlar vardı, muhaliflerle birlikte kurtuluş savaşını kazanmıştı. Böyle bir meclis sadece İngiltere de vardı, başka da benzeri yoktu. 

Türk tarihinde ricat yoktur, bunu ilk defa Mustafa Kemal Büyük Taarruz’da uygulamıştır. Bu savaş stratejiyi tarihte ilk defa uygulayan Rus Mareşal Kutuzov’dur. Ricat harekâtı, II. Dünya Savaşı sırasında Alman kuvvetlerine karşı Kızıl Ordu’nun yürüttüğü askeri bir harekâttır. Napolyon’un 1812 yılında Rusya’yı istilası sırasında Rusya’yı yenilgiden kurtaran General olarak ünlenen Kutuzov'un anısını yaşatmak için bu harekâta onun ismi verilmiştir. Yunanlılara karşı bu taktiği uygulamıştır. Kurtuluş savaşında Polatlı’ya kadar geri çekilmiştir, böylece düşman ordusunun uzun yol boyunca yıpranmasını sağlamıştır. M. Kemal olaylar karşısında duruma çabuk hâkim olabiliyor ve çabuk kararlar verebiliyordu.

Ünlü sosyolog Max Weber’e göre Atatürk’ün bir karizması vardı. Öngörüsü yüksekti, insanları iyi tanıyordu, çöldeki bedevilerle, dağdaki çetelerle uğraşmıştı adeta insan sarrafı olmuştu.  Nasıl bir toplumda yaşadığını halkın içerisindeki cevheri nasıl harekete geçireceğini çok iyi biliyordu.

M. Kemal; “Samsun'a çıktığım gün elimde maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin soyluluğundan doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı’’. diyordu.

İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Bu inanç Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlatmasını ve başarılı olmasını sağlamıştır. Atatürk Samsun'a çıkmadan önce o yılların ünlü gazetecisi Refi Cevat Ulunay, Mustafa Kemal Paşa’yı, bir gazeteci olarak, Şişli’de kaldığı evde ziyaret eder. Gittim Konuştum, bu Kemal'e deli diyorlar, ne delisi ZIR DELİ BU ZIR DELİ

Gazeteci Refi C. Ulunay, kalemi güçlü bir yazardı ama kara günlerin kara gazetecisiydi. Anadolu’da kurtuluş savaşı yapanlara ateş püskürüyor, işgalci İngiltere’yi destekleyerek şöyle diyordu:

"İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi güçleriyle adam olamaz. İngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak!" (16 Nisan 1920-Alemdar Gazetesi)

İşgal yıllarında İstanbul’da yayınlanan gazetelerin önemli bir kısmı işgal kuvvetlerini destekliyor, Ali Kemal ve Refi Cevat Ulunay "Mütareke Basınının önde gelen isimlerini oluşturuyorlardı. (DEVAMI VAR)