Dilimize Arapçadan geçmiş bir sözcüktür, sözlük anlamı "hoşnutsuzluk belirten yazı veya yakınmadır." Hukukta şikâyet kavramı, suç nedeniyle zarar gören bir kişinin ilgili kurumlara yaptığı resmî başvurulardır. Hukukta şikâyet, herhangi bir suç nedeniyle zarar gördüğünü düşünen kişinin, ilgili kurumlara yaptığı resmî başvurudur.                                                                                                    

Şikâyet ilk bakışta insana iyi bir fikirmiş gibi gelebilir ancak özünde çok kötüdür. Evet; şikâyet etmek psikolojimiz için de, arkadaşlarımız ve birlikte çalıştığımız kişilerin psikolojisi için de kötüdür ancak hepsi bu kadar değil, görünen o ki, aynı zamanda zihnimiz ve sağlığımız için çok zararlıdır. Sürekli şikâyet etme kendimiz de öz güven eksikliğine, kötümserliğe ya da kendi hatalarımızı kapatmaya yönelik savunma mekanizmasıdır. Şikâyet etme davranışı sürekli bir hal aldığında kişiyi ve çevresini zaman içerisinde olumsuz etkileyebilir. Kontrol edebilecekleri, değiştirebilecekleri durumlar hakkında bir girişimde bulunmamaya başlayabilirler. Bu durum zamanla karamsar, kaygılı ya da depresif bir bakış açısına neden olabilir.                                                                 

Nedense toplumumuzda şikâyet hayatımızın bir parçasıdır. Her konuda, her konuşan bir şeylerden şikâyetçidir. Gelin kaynanasından, kaynana gelininden, patron çalışanından veya çalışan patronunda şikâyetçidir.
Parkta oturan insanlarla konuşun, ne çok şikâyetleri var. Kimi gelininden, kimi damadından, kimi çocuklarından, kimi tarladaki ürünün azlığından, hiçbir şey bulamayan da hükümetten şikâyetçidir.
           Hiç düşündünüz mü?
           Biz şikâyeti neden seviyoruz?
          Şikâyeti, ne için kişiliğimizin bir parçası yapmışız?                                                  

Nerede bir sohbet dinleseniz, temel konusu mutlaka şikâyettir. Polikliniklerde doktor bekleyen hastaları dinleyin, anlattıklarının tamamına yakını şikâyettir. Şikâyet kültürümüzün bir parçası olmaktan çıkmış adeta yaşamımızın bir parçası olmuştur.
               Şikâyet bugün içinde bulunduğumuz toplumun bir sorunu değil, yüzyıllar boyunca kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olmuştur. Geçmiş yaşantımızda şikâyet kültürüne bir bakalım; Büyük şairimiz Fuzuli'nin en önemli eserinin adı Şikâyetname. O da yalnızlıktan, ilgisizlikten, insanların sadece para, makam ve mevkie önem vermelerinden şikâyetçi. "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar. Hüküm gösterdim, faidesizdir deyu mültefit olmadılar. Eğer ki zahirde suret-i itaat gösterdiler, ama zeban-ı hâl ile cem-i sualime cevap verdiler."
            "Sultan Abdülhamit bir gün, kendisine oldukça isabetli bilgiler getiren bir Paşaya bunu nasıl yaptığını sorar. Paşa, belli kişilere kendi cebinden ödediği bir miktar para karşılığında bu kişilerin kendisine küçük notlar hazırlayarak bilgiler temin ettiğini söyler. Bu vaka Sultan Abdülhamit’e parlak bir fikir verir, hukuken Polis teşkilatına fiilen kendisine bağlı Hafiye Teşkilatı kurulur. Tüm yurdu bir örümcek ağı gibi saracak Hafiye Teşkilatı fikri doğar.
           İş öyle bir noktaya gelir ki demiryolu ve karayolunun bulunmadığı en ücra köylere kadar telgraf hatları inşa edilerek kusursuz bir haberleşme ağı kurulur. Yurdun dört bir yanından telgraf ve mektuplar yoluyla on binlerce jurnal doğrudan doğruya Yıldız Sarayı’na ulaşır.

Abdülhamit’in kurduğu Hafiye Teşkilatı iki yönlü olarak çalışıyordu. İlk gruptakiler devlet adına resmi olarak hafiyecilik yapıyorlar. İkinci gruptakiler ise Sadrazamdan sıradan bir köylüye varıncaya kadar Sultan Abdülhamit’e her mesele hakkında jurnal yazıyorlardı.                                                                                   

II Abdülhamit, halkın bu özelliğini iyi bildiği için, binlerce kişiden oluşan bir jurnal ordusu kurmuş, iktidardan indirildikten sonra odalar dolusu jurnal mektupları günlerce yakılmıştır. Yine insanların şikâyetlerini anlattığı, fakat hiçbir şikâyete çözüm üretemeyen Marko Paşa, II. Abdülhamit'in Sağlık Bakanı değil miydi?

Bu jurnalleri uzun uzadıya inceleyen Sultan Abdülhamit siyasi anlayışını şöyle olgunlaştırmıştı: Sonsuz dost ya da sonsuz düşman yoktur. Herkes dost olabileceği gibi bugün düşman olan yarın dost olarak başköşeye oturtulabilirdi.
Bunun en somut örneği kendisine sert muhalefeti ile bilinen Jön Türklerle kurduğu ilişkidir. Sultan Abdülhamit kendisine biat eden muhaliflerini affediyor hatta onları kendi direktifleri doğrultusunda yönetiyordu. Bunun için müzmin Abdülhamit muhalifi bilinen birkaç ismin jurnal ve mektuplarına yakından bakmak gerekir. Hareket Ordusu, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bağlı subayların 13 Nisan 1909 günü, 31 Mart Ayaklanmasını bastırmak için, Selanik’ten Mahmut Şevket Paşa komutasında İstanbul'a gönderdikleri ordudur. Kurmay Başkanı ise Kolağası Mustafa Kemal Bey'dir. Sarayda bulunan 330 sandık dolusu jurnal Mahmut Şevket Paşa’nın emriyle Harbiye Nezareti avlusunda günlerce yakıldı.

Yüzbaşı Fethi Okyar nezaretinde Selanik’e götürülür. Okyar bu yolculukta Sultan Abdülhamit ile hatıralarını daha sonra kaleme alır. Sultan Abdülhamit Hafiye Teşkilatı için şu ifadeleri kullanır; Jurnal bir hadisenin izahıdır, yani raporudur, fezlekedir, lahiyadır, izah namedir. Bunlardan müstağni, bunlara ihtiyaç hissetmeyen hükümdar, devlet ve devlet adamı tasavvur edilebilir mi? Yanlışlar, hatalar, hatta haksızlıklar olabilir ve olmuştur. Fakat ben her şeyi öğrenmek mevkiinde ve zaruretinde idim. Jurnal verenler içinde bugün onları telin edenler ve imha etmeye çalışanlar vardır ve bunlar çokturlar.