Anadolu bozkırında güneş henüz doğmadan evden, köyden çıkılır. Tarlaya, yaylım yerine varıldığında güneş yavaş yavaş yükselirken çorak tarlalara, kavruk otlara, sağda solda tek tük de olsa yeşeren ayrık otlarına gece çökmüş nemi buhar haline getirerek göğe salar. Bu sis tabakası toprağı bir metre üstüne kadar örtüp gökle ayıran bir perde görüntüsünü alır. Tarla sınırlarındaki  yaban çayırlarından, anızlardaki kavruk otlardan yükselen güneşle birlikte kısa sürede nemini kaybedip tekrar kuruyarak renk değiştiren otların çıtırtılı sesleri duyulur.

Güneş yükseldikçe ısınan doğada önce çayırlık alanda gecenin nemiyle birlikte uykuya yatmış, ya da doğası gereği uyuşmuş küçük sinekler canlanıp havalanır. Peşinden börtü böcek yuvasından, korunduğu delikten dışarıya çıkar.

Çok kısa bir süre sonra hava ısınır, toprağı perdeleyen sis dağılır. Uçucular, küçüklü büyüklü sinekler otlayan hayvanlara gruplar halinde saldırır, kulaklarının içine, burun deliklerine girmeye çalışarak hayvanları rahatsız ederler. Büyük bir iştahla otlara saldıran hayvanlar kuyruklarıyla vücutlarını, kulaklarıyla gözlerini, dilleri ile de burun deliklerini korumaya çalışırlar.

Ara sıra yedikleri otlardan başlarını kaldırıp çevreye bakan hayvanlar dillerini burun deliklerine sokup çıkarırken dilleriyle getirdikleri sıvıyla burun deliklerine girmeye çalışan sinekleri engellemiş olurlar.

Mayıs-Haziran aylarında büvelek, Temmuz ayında da yeşilbaş çıkar.

Büvelek karasinekten biraz daha büyük bir kanatlıdır. Hayvanların kanıyla beslenir. Kahve ile gri karışımı bir renktedir. Kuşluk vakti (öğleden önce) doğaya çıkar. İneklerin derisinden geçecek kadar güçlü olan hortum iğnesini deriden içeriye sokarak kan alır. Bu küçücük iğnenin acısı o kadar kuvvetli olmalı ki canı yanan koskoca hayvanlar bilinçsizce sağa sola koşarak sığınacak bir gölge, girecek bir delik ararlar. Bu koşuş büvelek böceğinin hayvanın derisinden iğnesini çekinceye kadar sürer. Bozkır sıcağı çöker, hayvan otlatanlar kendilerini güneşten, hayvanlarını da büvelekten korumak için gölge bir pınar başı, çeşme başı bulur, hayvanlarını sulayıp yatırırlar.

Temmuz ayında yeşilbaş çıkar. Yeşilbaşlar büveleklerin düşmanıdırlar. Gene bu da karasinekten biraz büyükçe olup başı yeşil renktedir. Adını baş renginden alır. Yeşilbaşların doğaya çıkmasıyla beraber büvelekler doğadan çekilir, çünkü yeşilbaşlar büvelekleri yerler. Böylece büyükbaş hayvanlar da rahatlamış olurlar.

Her sığır çobanının, inek güdenin, kuzu güdenin, davar çobanının mutlaka iyi bir değneği olur. Kırşehir yöresinde para karşılığı sığır, davar, kuzu güdenin adı "Çoban"dır. Kendi hayvanlarını otlatanlara çoban denmez, onlar "Güden"dirler. İnek güden, kuzu güden gibi...

Meşe, ardıç, karaağaç gibi ağaçların düzgün kısmından biryirmi, birelli santim uzunluğunda kesilen sopalar ateşte ısıtılarak kabuğunun soyulması sağlanır. Bazen kabuğun tamamı soyulmayıp birkısım kabuklar sopada bırakılır, motif verilerek "Aladeğnek" elde edilir. Böylece bu sopaların tütsülenerek kabuğu soyulmuş, kurutularak da sağlam olması sağlanmıştır. Bu sopalar çobanların değneği, daha dogrusu silâhı olmuştur artık...

Kırşehir'in Akpınar ilçesine bağlı Hacımirza köyü ile Eldelekli köyleri topluluğundan Eldelek Ortaoba arazileriyle sınır komşusu iki köydür. Hacımirza Eldelek Ortaoba'ya göre biraz daha yüksekte, Kırşehir-Ankara karayolunun Ankara yönünde solunda, Eldelek Ortaoba ise gene aynı yönde yolun sağında, aşağı düzlükte yer alırlar. Hacımirza Akpınar'a üç, Eldelek Ortaoba ise beş kilometre uzaktadırlar. Ayrı aşiretler kökeninden iki Türkmen köyüdürler.

Konumlarının biraz daha dağlık olmasından mıdır nedir, Hacımirza'nın insanlarının mizacı biraz daha katı, daha iddiacı, daha abartıcı, suyu biraz daha sert gibidir sanki... Eldelekli'nin insanı ise tam aksi, Hacımirza insanına göre daha ılımlı, daha mutedil, daha mütevazıdırlar. Bu iki köy arasında hayvan otlatma, arazi suyu, arazi sınırı yüzünden geçmişten beri sık sık dalaşlar, kavgalar olurdu.

Gene bozkırın öğle sıcağı çökmüş, sığır güdenler, inek güdenler ineklerini, sığırlarını kendi köylerinin arazileri içinde bulunan gölgelik yerlere yatırmışlar, çeşme başında azıklarını yemeye başlamışlardı. Hacımirza tarafındaki gölgeliğe sığırlarını yatırmış olan Hacımirzalılar iki kişiydiler. Birisi kese yoğurdunu özerken diğeri sofra bezini seriyor, yeşil soğanları, domatesleri sofraya diziyordu.

Yakıcı bozkır güneşinden kurtulmuşlar, sahan içindeki yoğurda sokumlarını daldırıp domatesle, yeşil soğanla takviye yapıyorlardı. Çeşme suyunun serin çevresi benizlerine kan, yedikleri can, güç vermişti. Yemeklerini yedikten sonra sırtlarını söğüde dayadılar, birer sigara yaktılar. Hayvanlar kayıtsız tavırlarla geviş getirirken Beşir'in gözü kendilerine beşyüz metre uzaklıktaki Eldelekli tarafına, çeşmeye ilişti. O şeşmede de bir kişi hayvanlarını yatırmış, sırtını çeşmenin duvarına vermiş, yorgunluk gideriyor, ara sıra uyukluyordu.

Beşir arkadaşı Eset'in yüzüne baktı:

"Öoo Eset, aşağı çeşmedeki kim la!"

Eset de sanki tanıyacakmış gibi dikkatli dikkatli baktı:

"Şekerci Veli desem o değil, Cöme desem ona da benzemiyo, valla ben de çıkaramadım."

Beşir heyecanlandı. "Eset gardaş, valla ben onu düveceğim, valla canım bögün bir Eldelekli döğmek istiyo, ellerim de kaşınıyo bak...  Aha dövmeye gediyom" deyip yerinden kalktı, değneği eline aldı, şöyle bir tarttı.

Eset "Gardaşım Beşir, o adam birez babayiğide benziyo... Dayak atmaya giderken dayak yeyip geri dönmeyesin; istersen beraber dövelim" diyerek engellemeye çalıştı. Ancak Beşir söz dinlemiyor, bir yandan elindeki değneği tartarken "Gene de iyi düşünelim gardaş... Aha bu ala değneği görüyon ya, aha bu ala değnek inip inip kalkarsa yardıma gelme, bil ki ben Eldelekli'yi dövüyom, yok eğer ala değneği göremezsen o zaman yardıma gelirsin" deyip yürüdü.

Eset ayağa kalkıp Beşir'i gözleriyle takibe başladı. Beşir'in kendine hiç de dostça yaklaşmadığını gören Cuma da ayağa kalktı.

Eldelekli Cuma güçlü kuvvetli, babayiğit birisiydi. Beşir elindeki değneğe güveniyor, sorgusuz sualsiz indirmeyi düşünüyordu. Şimdi ikisi de birbirini tanımışlardı.

Cuma'nın "Hayır mı gardaş! Adam bir selâm verir, noluyor yav!" demesine Beşir "N'olacak, seni dövmeye geldim. Böğün canım bir Eldelekli dövmek istiyordu, sen denk geldin. Ne yapalım!" diyerek doğrudan Cuma'nın üstüne yürüdü, bir değnek savurdu. Cuma eğilerek değneği savuşturup Beşir'in değnekli elini yakaladı, büktü, değneği aldı, vurmaya başladı. O da hiddetlenmiş, sorgusuz sualsiz kendine saldıran kişi öfkesini arttırmıştı. Başına, sırtına, omuzlarına vuruyor, vurdukça Beşir ağlıyor, "Kurban oluyum, ben ettim, sen etme... Vurma, n'olur vurma" diye bağırıyor, bağırıyordu.

Beşir yere düştü, çeşmenin çamurlarına bulandı. Başından, burnundan kan geliyor, yattığı yerde inliyordu.

Cuma sığırlarını topladı. Fırlattığı Beşir'in değneğini yerden tekrar aldı. Kendi kendine "Artık buranın tadı kaçti" diyerek sığırlarını toplayıp köyüne doğru sürdü.

Eset bu işte bir terslik olduğunu anlamıştı. Koşa koşa Beşir'in yanına geldi. Yerden kaldırırken Beşir bir yandan sızlanıyor, bir yandan da sitem ediyordu:

"Niye yardıma gelmedin, benim böyle dayak yememe göz yumdun? Sen nasıl arkadaşsın, sen nasıl köylüsün! Oof of, aman sırtım, aman belim!"

Eset: "Ne biliyim gardaş! Baktım ala değnek inip inip kalkıyor, yardıma gerek görmedim!"