Ne de çabuk geçiyor ömür…
Dün çocuktum, annemin kucağında inmezdim. Oradan oraya koşmaktan hiç yorulmazdım, bugün saçlar ağardı, yerimden kalkmak içinden gelmiyor ne yazık ki!.
Her geçen gün, her geçen günü aratıyor maalesef…
Dedim ya çocukluğumda çok afacan olmasam da, top oynamadan da hiç yapamazdım.
Çocukken bronşit geçirdiğim için çok sık hastalanırdım nedense! Hele top oynayıp, terledikten sonra bir su içtim mi, bir-iki hafta yataktan çıkamaz, dolayısı ile annem ve babama az mı eziyet etmiştim!
Çocukluğumda pırıl pırıl akan Kılıçözü Deresi’nde suya girip az mı yüzdüm? “Üşütürsün!” uyarılarına ve yasağına aldırış etmediğim için az mı annemden laf işitmedim.
Hey gidi günler hey!
Bugün yaşım 55 oldu, ben de annem ve babam gibi şimdi çocuklarımı uyarıyor, uyarıyor. Üşütüp hastalanmamalarını istiyorum.
Evet; günler, haftalar, aylar o kadar hızlı geçiyor ki…
Bir bakmışsınız ki ömür bitmiş.
Ömür dediğin ne ki, sayılı ömür de öyle işte.
Dün annemin kucağındaydım, bugün 55 yaşını doldurmak üzereyim.
Pazar günü Anneler Günü ya, bugünü hiçbir zaman unutmuyor ve unutmayacağım da…
Kırşehir’de bir Anneler Günü’nde yani 14 Mayıs 1989 Pazar günü 57 yaşında kaybettiğim canım annem gözlerimin önüne geliyor hemen…
Bugün hayatım boyunca unutamadığım bir gün…
Bugünü hiç sevmem, hatta hatırlamak bile istemem. Çünkü bugün canımdan çok sevdiğim, biricik annemi kaybettiğim gün…
Yokluk ve sıkıntılarla geçen 57 yaşında kaybettiğim annem…
O güler yüzlü, evlatları için canını dişine takıp genç bir yaşta bu dünyadan göçüp giden annem…
Çocuk yaşta evlenip altı çocuk dünyaya getiren canım annem hiç yaşamadı ki…
Genç diyorum, çünkü babam hep derdi, “annen şöyle bir doyasıya bir hayat yaşamadı ki” diye…
Şimdi benim yaşım da 55 olunca, annemin ne kadar genç öldüğünü çok iyi anlıyorum.
Evet, benim annem çocuk denecek bir yaşta 14 yaşında evlenmiş, benimle birlikte 5 evladını dünyaya getirmiş, büyütmüş, okutmuş, iş güç sahibi yapmış, evlendirip yuvasını kurmuş ve tam yaşayacağı bir yaşta hayata veda etmiş.
Ah canım annem ah…
Hiç aklımdan çıkmıyorsun ki sen…
Daha dün gibi 10 yaşındayken bile kucağından hiç inmez, al yanaklarından nasıl da öperdim be anne…
Yıldırmıştım belki seni öpmekten, ama ne yapayım be anne çok seviyordum seni…
Ne günlerdi o günler…
Yokluk, yoksulluk içinde geçen bir yarım asırlık ömrüne çileli bir ömür sığdırmışsın be anne…
Beyin kanaması geçirip, Kırşehir Devlet Hastanesi’nde bir gece yatıp, vefat ettiğin günü nasıl unuturum be anne…
Oysa ne güzel günler yaşamayı umut ediyordun babamla anne…
Hacca gidip, umre hazırlığı yaparken göçüp gittin bu dünyadan, bizleri de yetim bıraktın be anne…
Yine bu Pazar günü de “Anneler Günü” var diyorlar.
Çocuklarım birkaç gündür annelerinden gizli gizli yanıma gelip, “Baba Pazar günü Anneler Günü. Anneme ne hediye alalım?” diyor.
Dalıp gidiyorum, bir kez daha sensiz ve sessiz olduğum günler gözlerimin önüne geliyor, gözlerim doluyor, “ah annem ah” diyorum.
Keşke benim de annem yaşasaydı, ben de ona en güzel hediyeyi alıp, ellerinden öpüp, Anneler Günü’nü kutlasaydım diye iç çekiyorum.
Her hatırladığımda, ya da birisinin “anne” dediğinde içim titriyor, nefesim daralıyor, gözyaşlarım süzülüyor, boğazıma düğümleniyor sanki…
Çünkü ben annemi çok, hem de çok özledim.
Ah annem ah!..
Ne çok arıyorum senin yokluğunu…
Seni hiç unutmuyorum ki hatırlayayım…
Evet, annem, sen gideli 30 yıl olmuş dile kolay…
Gidişin ve dönmeyişin.
Dönmezsin canım anneciğim, ah dönmezsin. Artık babamla birliktesiniz. Bizi konuşuyor, kulaklarımızı çınlatıyorsunuz tabii…
Anasızlık en büyük yoksullukmuş meğer annem.
Bugün Aşıkpaşa Mezarlığı’nda babamın büyüttüğü ağaçların gölgesinde yatarken, bizler yalan dünyanın telaşında koşturuyoruz.
Ah anneciğim ah!
Her zaman deriz ya! Bu dünya, yalan ve fani. Geride kalan ise, gök kubbede hoş bir seda.
Evet annem, seni rüyalarımda görebiliyorum, sürekli de yanımda hissedebiliyorum o kadar…
Sesini, sıcaklığını hissedemeden, kucağına oturamadan, yanaklarından öpemeden yaşıyorum artık ne yapayım…
Bazen ben bugün çocuk olsaydım, yine eskiden olduğu gibi annemin sıcacık kucağında yatsaydım, öpmekten bıktırsaydım diye düşünüyorum.
Hiç şüphesiz tüm anneler güzeldir. Her evladın annesi tatlıdır. Bu nedenle benim annem de bana başka bir tatlı ve güzeldi. Şu an maziyi düşünüyorum…
Yemedi yedirdi, içmedi içirdi, giymedi giydirdi. Mecbur kalmadıkça üzülmeyelim diye, hasta olunca hiç söylemezdi. Her zaman “iyiyim” derdi. Ama yüksek tansiyondan geçirdiği beyin kanamasıyla göçüp gitti, bu fani dünyadan…
Gözlerimi kapattığımda, sen aklıma geldiğinde hep ordasın anne…
Ah annem ah…
"Allah'ım beni hiç kimseye muhtaç etme, evlâtlarıma bile…" sözlerin daha dün gibi kulaklarımda anne…
Duyunca buna, içerlenirdim, kalbim kırılırdı…
Bu sözün ince ayarını bilmezdim o zamanlar.
Onun için canımı verirdim niye bilmezdi ki derdim, hayat öğretince şimdi anladım…
Annemin duası kabul edildi ve hiç kimseye muhtaç olmadan, düşmeden göçüp gitti fani dünyaya… Tabi bizleri de yetim bırakarak…
Allah'ın izniyle bugünlere kadar getirdi, yetiştirdi bizleri. Topluma faydalı bir insan olabildiysek ne mutlu.
Helâlı, haramı, kardeşliği ve dinimizi öğretti. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi ondan hatıraydı. Onun hakkını ödemek hiç de kolay değildi.
Kendine dua edecek, Fatiha okuyacak çocuklar bıraktı geride.
Annenin hakkı gerçekten ödenmezmiş, ne yapsak ödeyemiyor insan…
Evet anneciğim, böyle bir günde seni yazdım, daha doğrusu senin özlemini kaleme almaya çalıştım.
Seni yazmak, sayfalara sığmaz.
Bir “Anneler Günü”nde kaybettiğim annemi bir sayfayla yazmak, anlatmak mümkün mü?
Ben seni göremiyorum, ama senin beni gördüğünü çok iyi biliyorum.
Sevgili annem bir tanem, gözün arkada kalmasın.
Allah senden razı olsun anneciğim; hakkını helâl et. Ebedi âlemde buluşmak üzere, mekânın cennet olsun.
Ne diyeyim annem, yattığın yer nur, mekânın cennet olsun…
Pazar günü kutlanacak “Anneler Günü”nü şimdiden kutluyor, bütün annelere sağlık ve mutluluk dolu günler diliyorum.