Mahşerin felaketinin dört atlısından söz ederek başlamakta yarar var; savaş, kıtlık, ölüm, veba… Konumuz gereği bunların tahribatlarından söz etmeden mahşerin bu dört atlısına ilave edeceğimiz günümüzün ve geleceğin en büyük felaketi ekolojiyi ekleyerek yolculuğumuza çıkalım. İnsanlığın gelecekteki en büyük felaketi ekoloji olacak. Bu aynı zamanda da gezegeninin tükenişinin hikâyesi olacak.
Birinin veya birilerinin zenginleşmesi doğanın tahrip edilmesi, yoksullaşmasının da içerir. Kapitalizm bir ahtapottur. Gelecek kuşaklara sadece yoksul kitleleri miras olarak bırakmakla yetinmez, tahrip ettiği ve yok ettiği bir doğayı da bırakır.
Üçüncü dünya ülkelerine dayatılan “sömürge madenciliği” işbirlikçileri için cazip olabilir. Ancak halkları için bir felakettir. Çünkü bu talandan halkların hiçbir yararı yoktur, yoksullaşma dışında. Üretim aracı olarak küçük toprak parçalarının elden çıkması veya kalırsa verimsizleşmesi, telafisi mümkün olmayan bir susuzluk, toprağın zehirlenmesi, havanın kirlenmesi, hayvancılığın sonu, doğanın dengesinin katledilmesi. Geleceğe sadece yoksunluk ve yoksulluk kalacaktır.
İnsanlık; acımasız, yıkıcı, yakıcı kılıcı ile geleceğini kendi elleriyle yok ediyor. Aslında sorun bütünüyle bakıldığından sistemseldir. Kapitalizmin; doyumsuz, ihtiraslı varlığı, kar hırsı, tüketim çılgınlığını önceleyen kültürel bakışı geleceği karartıyor. Bu nedenledir ki mahşerin beş atlısıyla mücadele ezilenlerin, yoksulların en büyük hedefi olmak zorundadır. Sermayenin uluslararası dayanışması ve birlikteliği karşısında ezilenlerin birliği oluşturulursa mahşerin beş atlısı dizginlenip, yok edilebilir. İnsanlığın kurtuluşu biraz da bu birliktedir. Kimilerine hayalî görünebilir. Aslında son derece gerçekçi ve yaşamın bir dayatması olup, hayali olmaktan çıkıp acil nesnelliğe dönüşmüş durumdadır.
“Sömürge madenciliği” bu talanın ulusal ölçeklerde yerel düzeydeki parçalı yok edilişlerin sadece küçük bir yansımasıdır. Sermaye katıksız bir işbirliği ve dayanışma gösterirken ve bu talanlarına yasalarla meşrutiyet kazandırıp hukuki kalkanlarla koruma altına alırken de aslında yoksullara görmeleri gereken bir gerçeği bütün çıplaklığıyla sunuyor; kapitalist devlet sermayenin koruyucusu ve varlığının temelidir. Ve sermaye arasında aidiyet farkı gözetilmeksizin var olan dayanışma ve paylaşımdan alınan pay, zenginleşme adil bir paylaşıma yönelik değilse yoksullar için tam bir felakettir ki kapitalizmin ruhunda ve özünde adil paylaşım söz konusu edilemez.
Çivisi çıkan dünyada sağlıklı yaşamın ne kadar sağlıklı süreceği belirsizken, ekolojik dengenin bozulması bu sürecin hızla kısalmasına yol açıyor. Sağlıklı bir yaşam ancak sağlıklı bir çevrede olabilir. Yerin altının delik deşik edilerek bir azınlığın sefahatine feda edilmesi çoğunluğun canına ot tıkayacaktır. Her altın aramasının yarattığı ve uzun yıllara sarkan ekolojik felakete kulaklarımızı tıkamak, deve kuşu misali başlarımızı kuma gömmek, yoksulluk ve yoksunluk olarak bize dönecektir.
Muktedirin hırsı tarih süresince insanlığa felaket dışında bir şey getirmedi. O hırs ki; insanlığın en büyük marangozluk hatası olan devlet denilen aygıt tarafından hep korunmuştur. Ekoloji diye bir derdi olmayan, gelecek kaygısı taşımayan muktedir, cenneti burada yaşayacağının bilinciyle ve inancıyla karşıtlarını felaket tellallığı yapmakla, izole etmekle, marjinalleştirmekle, ötekileştirmekle ve cezalandırmakla tehdit ve tahkim eder. Ayrıca yaptığı kötülüğü bilimsel dayanaklarla güçlendirmek için de “bilim insanı” ünvanlı şarlatanlardan destekleyici raporlarla haklaştırmayı da becerir. Elindeki silahlı ve silahsız güçle sermayenin bekçiliğini ve koruyuculuğunu gönüllü üstlenen devlet için çevreciler kâbustur. Bir avuç iyi yürekli insan geleceğin kaygısıyla yola çıkarken, sessiz çoğunluğun suskunluğu muktedirin güç moralidir.
“Bencilliğe, egemenlik dolaplarına, duyarsızlık, aldatma ve yalan dolana son verilmelidir. Yarın çok geç olacak… Onlar havayı kirletiyor. Onlar nehirleri kirletiyor. Onlar ozonu inceltiyor ve deliyor. Milyonlarca erkek, kadın ve çocuk her yıl üçüncü dünya ülkelerinde ölüyor. Bir kaç ülkenin daha az lüksü ve az atığı dünyanın çoğunda daha az sorun ve açlık demektir.”
“Sömürge madenciliği” modern çağın ülkelerin talan edilmesinin bir başka biçimidir. Ekolojik felaket bunun en önemli sonucu olacaktır. Maden aramasının yapıldığı veya yapılacağı her yer hiçbir zaman eski doğal görünümüne ve yaşamına dönmeyecektir.
Kapitalizmin çılgın tüketim toplumu katı atık üretimini korkunç boyutlara ulaştırmış olup çevresel kirliliğin sonucu doğal dengenin bozulmasına yol açmıştır. “Sömürge madenciliği” çevresel derin ve geniş kirlenmeye yol açacağından doğa hiçbir zaman önceki haline dönmeyeceğinden denge kaybolacaktır. Birçok canlı türünün yok olması, üretimin çok düşük seviyelere inmesi bir başka boyutudur. Toprağın üstü ve altı kapitalist için kar ve sömürü girdisi olarak önemlidir. Onun tahrip edilmesinin, doğal dengesinin bozulmasının hiçbir önemi yoktur. Şu gerçeği bir kez daha hatırlatmakta ve altını çizmekte yarar var; sermayenin milliyeti ve dini yoktur. Ve inanılmaz bir dayanışma örneği gösterir. Zenginliği paylaşmakta güzel güzel anlaşır ve paylaşırlar. Talanın ulusal orjinli olmasını düşünmeyin. Büyürken tahrip ederek yol alır kapitalist. Ve çevreyi de umursamaz.
“Modern hayat kirli, saldırgan, gürültülü ve soğuk. Giderek insana yabancılaşıyor ve daha çok şiddet içeriyor… İnsan alışverişinin arkasındaki en önemli değer kar olarak görüldüğü sürece, pisliğe daha çok batacağız. Söz konusu pislikten çevre de doğrudan etkileniyor. Pisliğe daha çok batmamak için tarihten öğrenip, daha fazla gecikmeden yaşama müdahale etmek gerekir.”
“Sömürge madenciliği” yaratacağı çevresel sorunlar “şiirsel bir mazlum edebiyatına” malzeme olmaktan kurtarılması gerektiği kadar ciddidir.
İnsanın ayağının altındaki toprağın kaydığı, içtiği suyun tükendiği kirlendiği, soluduğu havanın kirlendiği, yiyeceklerinin zehirlendiği bir dünyada yaşamını nasıl ve ne kadar sürdürebilir ki!
İnsanlık geleceğini sonraki nesillere bugün küçük bir grubun çıkarları, sefahati uğruna feda edemez, etmemelidir. Hiçbir doğal kaynak sonsuz ve sınırsız değildir. Zenginleşme, refah masalıyla bize dayatılan yoksullaşmayı kabul edip geleceği heba edemeyiz. İnsanlığın ortak hakkı olan doğayı ve doğal kaynakları ölçülü, paylaşımcı ve etik değerlerden sapmadan kullanma sorumluluğundayız. Bundandır “sömürge madenciliğine “ yerel değil ulusal ve evrensel ölçekte karşı durmak zorundayız.