Yaşamım boyunca ne sigara içtim, ne de alkol aldım. Ancak kaderden mi neden bilmem, çocukluk yıllarımda hep içkili lokantalarda çalıştım. Yine de o kötü alışkanlıklardan uzak durdum.

         Tabi bu çalışmamdan önce sığır otlatmak, koyun otlatmak, ırgatlık yapmak. Başkalarının işine yevmiye ile gitmek kaderimizde vardı.

         Bir restaurantta çalışıyordum. Biri ilçenin kalbur üstü kişilerinden, birisi de onun bunun sırtından geçinen iki kişi neşeli bir şekilde içeri girdiler.

        Hemen işaret ettiler.

        -Getir bize iki büyük şişe rakı !

         Görevimiz gereği iki büyük şişe rakı masanın üzerine bıraktım.

Eski bir masa, üzeri mermerle örtülü sallandıkça gıcırtılı sesler çıkarıyordu. Alkol almaya gelenlerde sürekli birbirlerine gıcırtılı kelam ediyorlardı.

         Oradan bir tanesi gürültülü bir sesle bağırdı!

        -Hani bunun mezesi?

         Geride yok, yok biz getirdik dediler. Biraz kırık beyaz leblebi biraz da tuzlu fıstık. Başka meze yoktu. Zaman zaman bu iki kişinin akşamları başka eğlence yerlerine gittiklerini görenlerde vardı. Hal ve hareketlerini kahve köşelerinde Anlatırlardı. Ve;

        "Bunlar birbirini sıcak çölde soğuk su gibi severler" diye ağız tamburası yaparlardı.

         Saatler ilerliyordu. Sohbet koyulaşmış palavralı sözler, yalanlar gırla gidiyordu. Her ikisi de birbirlerine lafta üstünlük sağlamak istiyorlardı. İkisi de kıtırı iyi atarlardı.

        "Bir kimsenin faydasız söz etmesi,

         Allah'tan ona gelen cezadır."

        Zaman ilerliyordu.. Faydasız sözler artık sinirleri geriyordu. Biraz düzgün kıyafetli olan vatandaş vaktin geciktiğini görünce karşısındakine,

        "Altın dişini severim. Vakit geç oldu, evden ararlar" dedi.

         Karşısındaki kişinin karnı cıfıt çarşısı gibiydi. Sözün anlamını başka yerlere çekti. Elini o sözü söyleyen kişinin çenesine dayayarak,

          "Demek sen benim altın dişimi seversin ha !" dedi. Bir taraftan da parmağındaki kaşlı yüzüğü çevirip duruyordu.

           Adamın gözleri kızardı. Bıyıkları dikleşti. Omuzlarını silkeledi. Karşısındaki kişiye öyle bir yumruk indirdi ki! Adamın sırtı yerde ayakları yukarıda kaldı.

İş yeri sahibi ve çalışanlar ne yapacağını ve söyleyeceklerini bilemeyerek taş kesildiler. Yumruğu vuran çoktan ortalıktan toz olmuştu. Yerde yatan arkadaşı yavaş yavaş kalktı. Gözlerinin önünde sinekler uçuşuyordu. Bir taraftan geğiriyor, bir taraftan öğürerek kusuyordu. Mutfağa koştu. Döner bıçağını aldı arkadaşının peşine düştü. Adamı bulmak ne mümkün?

         Dilenci yırtıklığı ile utanma ve arlanmayı eline almış adam bir daha oraya gelir mi ? Yumruk yiyen adama tüm masraflar dövme masrafı ile birlikte ödetildi. İçki şişedeki gibi durmuyordu.

Birden celallenerek ortalığı velveleye veren adam nereye gitmişti? Yumruğu yiyen adam pişman olmuş, bir defa başa taş gelmişti.

Bal olan yerde sinekte oluyordu. Seyredenlerden bazıları dayak yiyen adama zehir zemberek acı sözler söylüyor, bazıları da çalpara zillerle göbek oyunu oynuyorlardı.

       Güzel giyimli ensesi pek kalın adam bu yumruğun üzerine bir bardak su içti. Vatandaşın yanında yüz karası oldu.

       Dayak yiyen adam sadece yumruk yememişti. Yere düştüğü zaman üzeri mermer döşeli masada üzerine itilmiş ve masanın altında kalmıştı. Yere dökülen çerezler, kırılan şişe ve bardaklar bunların hepsi dayak yiyen kişiye cereme olarak ödetildi.

      O olaydan sonra şunu anladım. İçki şişede durduğu gibi durmuyordu. Bir de arkadaşını iyi seçeceksin.

"Temeli bozuk insana, tonlarca demir atsan da harç tutmaz."

Dayağı yedikten sonra saray lokması yutmuşa dönen vatandaşı bir daha ilçede gören olmadı. Tası tarağı toplayarak gece araba tutup tabanları çoktan sırra kadem bastı.

Ne eğlence ama?