Her yaranın bir gizlenmişliği, her yaranın bir sırrı vardır. Ulu orta anlatılmayan, anlatılamayan yaranın kabuk bağlamasını ise bekler dururuz. Kimse o yaranın geçmişini bilmediğinden farklı mekânlarda, farklı isimlerle zikretmek zorunda kalırız. Saklamanın, saklanmanın ne olduğunu yaşamadan bilir misiniz? Her yaraya derdini sorarız, adını soramayız. Her soruş yaranın kanamasına, ruhun durgunlaşmasına, gülümsemenin yarımlığına sürükler.

Sırtımızda yaramızın gömleğiyle dolaşırız bu topraklarda. Kanatır her gün bizi, birilerini. Rahat yüzü göstermemek için yemin etmişçesine sürekli yeni yaraları kanatır. Huzur yüzü görmeyen bu topraklar sessizce içine akıtır gözyaşlarını. Yıkımın ve ölümün her türüyle bizi buluşturmaktan keyif alırcasına pişkinliğin utanmazlığıyla acıya sürükler bu toprakların yüce muktedirleri. Büyüklükleri ve ayrıcalıkları kendilerinden menkul bu zevatın zorbalığı, baskıyı olağanlaştırıp hayatımızın kılcal damarlarını ele geçirmesi bugünün derdi ve sorunu değildir. Yara derin ve geçmişin karanlık dehlizlerinden bize miras olarak akmıştır. Akarken de rahat bir yaşamı bize zindan etme kararını acımasızca uygular.

Yaraların eşitsizliğidir derdimiz. Yaşamın eşitsizliği yaralara sirayet edip orada da hakkaniyetini ortaya koyar talihsiz vurgun yemişler için. Muktedir yukardan keyifle bakarken yaralı yüreklere, hiçbir sızı hissetmeden aşağılayıcı sözleriyle ve bakışlarıyla küçümser… Asırlardır bu topraklar alıştırıldı aşağılanmaya, aldatılmaya, yaralarla yaşatılmaya. Her kaşınan yaranın yeni yaraların habercisi olduğunu bilen muktedir örtmek ister, susturmak ister. Sözlerle ve gözyaşlarıyla gizlenen yaralarımızı kaşımaktan korkarız ki, izi kalmasın.

Yaralarımızın suçunu kendini temize çıkaran muktedir başkalarına havale eder hep. Böylelikle sorumluluktan kurtulduğunu düşünür ve bunu az düşünen beyinlere kazır. Ruhlarımızı ele geçiren muktedir için yaralarımızdan şikâyet etmemiz anlamsızdır. Kimi zaman dilimizi, kimi zaman kimliğimizi, kimi zaman düşüncemizi ele geçirip kısıtlarken, yok sayarken, kimi zaman canlı bedenlerimizi toprağın altına atarken, kimi zaman yıkımlarla, talanlarla, vurgunlarla, soygunlarla yaralarımızla bizi baş başa bırakırken sual sorulamaz o güce, seyreder keyifle içinde bulunduğumuz çaresizliği. Bazen yaralarımızı kazanca çevirecek kadar pervasızlaşır. Yaralarımızın kanıyla suladığı mekânlara turistik geziler düzenleyecek kadar insanlıktan çıkar. İtiraz edenleri etkisizleştirmek için cezalandırmaktan çekinmez. Ancak yaralarımız kendilerini unutmayacak alçakgönüllülüğe sahiptir. Bedenimizin yaraları bilir, sırlarını ve gizlenmişliklerini. Zamanı geldiğinde ortaya seriliverir ve yeter yeter diyerek isyan etmeye başlar. Yükü ağırlaşan beden yaralarını sarmaya, iyileştirmeye çalıştıkça hoyratların duvarıyla karşılaşacağını da bilir. Bazen siner korkuyla bazen umursamaz o korkunun zindanını, karanlığını.. Öfkesini, kinini kendisine saklarken intikam hırsıyla çoğalır.

Yaşamımızın yarısı aşk iken yarısı yaralarımızın acılarından oluşur. O yaralar acıyla çoğalırken aşkla azalmanın yollarını arar durur. Ruhumuzu saran, besleyen aşkın sıcaklığı yaraların derinliğini bir nebze olsun azaltır.

Annemin rahminde başladı benim yaram. Bu yarayla dünyaya sürgün edildikten sonra ilk duyduğum sözcük dilimin yarasıydı. Sözcükleri mırıldandıkça insanlığın en büyük marangozluk hatası devlet emdiğim sütü burnumdan getirdi. Yaramı benim ayrılmazıma dönüştürerek kanatmayı marifet sayarak, kendisinin en doğal hakkı olarak… Bundandır boynum bükük, sözcüklerim yarım, ifadem güçsüzdür. Boşuna o yarayı tabiplere havale etme boşboğazlığıyla kendinizi de beni de yormayın. Tektesellim yarası kabuk bağlayanların yaramın kardeşi olduğunu bilmemdir. Günü gelince yaraların sevinç açtığını, kurtulduğunu, kapı araladığını bilmenin tesellisi… Bundandır yaralarımı kimsenin bana bahş etmesini, afola demesini, hayırseverlik gösterisine girmesini istemiyorum. Hiçbir hayırseverlik bana anlamlı ve çekici gelmiyor. Asıl olan dayanışmadır. Hayırseverliğin sadakaya, dayanışmanın ise anlayışa sürüklediğine inanıyorum. Yaralarımızı anlayanlar çoğaldıkça huzurlu ve insani bir yaşama yol alacağımıza inanıyorum.

“Bir masal derki; insan iyileşmez bir yaradır.”

Yarasız bir insan olmamakla birlikte yarasız bir dünya özlemekten ve düşlemekten vazgeçmeyiz. Belki de bu bizim insani yönümüzü yitirmememizin en önemli tarafıdır.