Sevgili Oğlum;

Bu sana yazmaktan yorulduğum, oğul demekten vaz geçmediğim ancak senin kör inadında direndiğin karanlık günler yaşattığın, uyarılarımdan biri olacak. Vicdani sorumluluğumdan dolayı sana yazmak zorundayım.

Ninen Meir, deden İzak huzursuzluktan uykusuzluğun girdabında kıvranıyoruz. Derin bir yalnızlık ve utanç içerisindeyiz. Kimselerin yüzüne bakacak, kimselerle paylaşacak mecalimiz yok. Zindandayız. Çektiğimiz acıların tarifi yok. Senin her gün; bomba yağdırdığın, feryatlarla, çığlıklarla kaçışan, beddualarını haykıran çaresizlerden daha çaresiziz. Umudumu yitirmekteyim. Geleceğini, geleceklerinizi yitirmenin umutsuzluğu. Sevgi senden o kadar uzaklaşmış ki, yüreğin karalar bağlamış.

Oğul, hiçbir savaşın haklılığı olmadığı gibi, kazananı da yok. Bu saçmalıktan bir an önce kurtulmanı beklemekten başka elimden bir şey gelmemesi de çaresizliğim. Dur ve düşün. Kazandığını düşündüğün bugünü değil, kaybedeceğin geleceği düşün.

Oğul; tarihten birazcık ders almanı öneriyorum. Otur ve düşün; kavminin çektiği acılı tarihini ve kazandığını düşünenlerin nerede olduklarını.

Süleyman’ın Tapınağını talan edip, barbarca yıkan, kavmine çile çektiren Romalı askerler ile onun muktedirleri seni bitiremediler ancak kendileri, çektirdikleri acılar içinde boğulup yok oldular.

Kavmimizi Sina Çölünden Kızıl denize süren, o azgın denizin sularında ölüme terk eden Firavunlar neredeler… Esemeleri okunmayan o canilere inat mazlum olan biz sürdürdük çileli de olsa varlığımızı…

Hitler canisi gaz odalarında denek olarak kullandığında, ölüm kamplarına terk ettiğinde; kavmimizi lanetlediğinde, tükettiğini düşündüğünde var olmayı başardık. Ya “ebedi” Reich imparatoru, başbuğ Hitler nerede şimdi. Bize sahip çıkan iyi yürekli insanlarla hayat bulup vat edilen topraklarımıza döndük ve yaşamaya çalıştık.

Bu kısa tarihi hatırlatmayı niye yaptım; zalim her daim yarattığı kan gölünde, kötülük gücünde boğulurken, mazlum bir şekilde ayakta kalmayı başarıyor. Bugün senin zalimliğinin acısını yaşattıklarını tüketemezsin, ancak zalim olarak kendi mezarını, kavminin mezarını kazıdığını unutma.

Felaketini yaşattığın Gazze’nin enkazlarına bakınca mutlu musun? Sahi mutluluğun öldürme üzerine inşa edilmişse; kalp yerine ne taşıyor, ne çarpıyor sol memenin altında. Boyun eğen, eğmek zorunda bıraktıkların çilelerinden mutlu olmayı unuturken, sen ne vakit mutlu olmaya zaman buluyorsun. Tarihin çarkı hiçbir zalimin zulmünden mutlu olduğunu yazmıyor. Hep korkuyla yaşadılar, yaşıyorlar. Bundandır züllümü arttırmaları, arttırman.

Bugün senin sırtını sıvazlayanlara, sessiz kalanlara fazla güvenme… Onlar da senin işlediğin insanlık suçunun görünmez ortaklarıdır.

Yüksek perdeden seni tehdit ettiğini düşünenler; seni durdurmak için hiçbir yaptırıma başvurmuyorlarsa senden daha da suçlular. Kimse kimseyi aklamaya veya suçlamaya kalkışmasın. Onlar da en az senin kadar suça ortaklar. Yok, ettiğin insani değerlerin mezar kazıcısıdırlar. Politik ahlaksızlığın zirve yaptığı akıl dışı, aşağılık, iğrenç bir çağda her şey senin eserin değil oğul biliyorum.

Ancak; yeter… Yeter… Ölüme doymadın mı? Öldürmekten bıkmadın mı? Yorulmadın mı? Huzurlu uykulara hasret kalmadın mı?

Öldürmekle bitirilseydi, biz biterdik. Duyduğun kini, nefreti, öfkeyi yanlış yere yönlendiriyorsun. Halkın, halkımız asla huzur bulmaz, bulamayacak. Asırlara sarkacak düşmanlar, düşmanlıkların fitilini yaktın. Asla iflah olamayız. Öncelikle içimizdeki nefreti yok edelim. Dinlerinizin ayrı olduğu soydaşlarını öldürmenin azabı; seni hiç bırakmayacak, kavmimizle hep yaşayacak.

Bu çağ; insanlığın yüz karası suç çağı. Ataların o çağın mağduruyken, sen de o yüz karası çağın suç ortağı olmaktan çekinmiyorsan, sana söyleyecek sözüm kalmamıştır. Sözün bittiği yerdeyiz.

Atalarımın sürgün yollarında, gaz odalarında, ölüm kamplarında yaşadığı acılardan daha çaresiz tabutumun cehennemindeyim. Huzursuzdum, şimdi insan olmanın utancını yaşıyorum Atalarımın katiline yol açanlardaki utanmazlık seni de ele geçirmiş. Tanrı’nın bütün azabı senin üzerine olacağı gibi, kavmini de bu azaba ortak ediyorsun.

Biliyor musun bana burada defalarca sordular; utanıyor musun? Artık utanç duymaktan da utanıyorum. Yeter… Yeter… Hayatta huzur bulamadım. Tabutumda huzurlu olayım, ne olur rahat bırak bizleri…

Savaş bir felakettir. Bu felaketin asıl sorumluları zekâ seviyeleri düşük politikacılardır. Kimi apoletli, kimi kravatlı o insan azmanı politikacılardan birine dönüştün. Sen artık felaketlerin suçlusu olarak hiçbir mahkemede aklanamazsın, mahşeri mahkeme seni yargılamak için zamanını gereksiz harcamaz. Seni aklayacak mahkemelerde adalet duygusunu yitirmiş yargıçlar olabilir. O adalet ve utanma duygusundan yoksun yargıçlarda senin suç ortakların olacaktır unutma.

Taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmadın. Doymadın mı? O çaresiz masum çocukların acı yüklü bakışları senin karabasanın olacak. O kuytuluklar arayan, inleyen yaşlılar senin ıstıraplı ölümün olacak. Sabra ve Şat illa kamplarının kasabı olarak ünlenen baban Ari on Şaron sana hiç mi ibretlik olmadı? Ölümü çağırdı. Ölüm de onu kabul etmedi. Istıraplar, azaplar içinde ölüme yalvardı.

Çaresiz çocuklarına bir damla su bulmak için çırpınan kadınların öfkeleri senin yüreğindeki yaraları derinleştirecek. Yaran her gün kanayacak. Kavminin çocuklarının yüreği de kapanmayacak yaralarla…

Bizi öldürmekle bitiremediler, huzurda bulamadılar. Sen de öldürmekle bitiremezsin. Kalanların yüreklerine yara, ruhlarına intikam, beyinlerine unutulmaz öfke ve nefret bırakırsın sadece… Asırlardır; bu kin, öfke, nefret, intikam sarmalı kimseye huzur getirmedi.

Bu aklını yitirmiş çağda; körler körleri yönetiyor. Körleşme seni ele geçirmiş. Yüreğini karalar bağlamış, beynin körelmiş. Körleşen kavminin çoğunluğu da senin körlüğünü görmüyor, itaat ediyor. Aslında seninle birlikte onlarda suç ortağın ve en ağır cezaları hak ediyorlar. Kendileri olmasa da çocukları ve torunları kefaretini mutlaka çekecekler, ödeyecekler.

Seni bugün cesaretlendiren, sessiz kalanların tilki kadar kurnaz, keklik kadar hain oldukları gerçeğini unutma ki; ödediğin ve ödenecek bedelin ağırlığını da anlayasın.

Sözün Özün: Masumiyetini yitirmiş bu çağda;

Dünya, çocuk gözleri kadar masumlaştığında yaşanılır olmaya değecektir.