İnsanlar çektikleri acıları unutmak veya kurtulmak istediklerinde başkalarının acılarına ortak olmak isterler. Kendi yürek sızılarını, ruhsal yaralarını geçici bir süreliğine unutmanın sessiz çırpınışı veya sesli tepkisi… Bir tür vicdani rahatlama… Bir nevi sadaka… Her dağıtılanın, sadakanın mağdurdan çok, mağrurda yol açtığı yaraları görememenin burukluğu… Mağdurun düşkün haliyle mağrurun aşağılayıcı bakışlarının buluşması…

Kötü gözünü kaçırır, iyiye bakamaz. Kötünün gözü yanar. Ancak; kötülük ruhunu ve yüreğini esir almışsa bakışlarını gizler, kötünün gözleri iyiyi de esaretine almak için çabalar.. Celladın kurbanına bakamamasının nedeni, onun gözlerindeki ışıltıdan korkması değil midir? Ömrünce o bakışlardan korunmak için bakamaz gözlere… Ve duymak istemezler kurbanın son sözlerini, hükmü verenler… Yaşamlarınca o sözlerle ve son bakışlarla gezinirler. Bu nedenle söz ve göz çoğunca ele verir insanı…

İnsanlık yeni bir ortaçağı yaşıyor. Aslında orta çağın karanlığı hiç aydınlığa dönüşmedi ki!.. Teknolojik, bilimsel, iletişimde baş döndürücü gelişme ve değişmeleri yadsıyacak durumda değilim. Ancak özellikle düşünsel alandaki bağnazlıkların her türden değişim ve dönüşüme uygun ilerlediğini söylemek mümkün mü?… Ortaçağın sınırlı, sıkıcı, bıktırıcı, baskıcı, tek tip düşünceleri, inançları bütün acımasızlığıyla sürmüyor mu dersiniz ?...Parayla satın alınan günahların, aforozların yerini cennette parsel parsel satılan arsalar aldı. Ne kadar ironik değil mi?.. Bir adım ileri iki adım geri; insanlığın garip halleri…

Göbeklere kadar inen kılların hiçbir rahatsızlık oluşturmadığı, saçının telinin görünmesinin büyük bir günah oluşturduğu akıl dışı bir karanlık… ”Kutsiyetler “ adına ahlak bekçilerinin yaşamı kontrol ettiği çağdışı zihniyet, orta çağın karanlığı değilse… Karanlık ve kötülük nasıl izah edilebilir. Ahlakları kendinden menkul zevatın ahlak havariliğine soyunmasının vicdani körelmesi… Vicdanlar kirletildiğinden ve köreltildiğinden kötülük olağanlaşıyor ve ele geçirmeye çalışıyor onuru…Ancak ; onur yolunu ve çıkışını bulacak, kötülüğe ve karanlığa asla teslim olmayacaktır.

İnsan onurlu doğar. Hiç kimse onuru ödüllendirme veya cezalandırma hakkına sahip olamaz. İnsan onurunu korumak için çileler çekmiştir asırlarca…Bu nedenle hiçbir muktedir yaptığı kötülükleri sorgulamadan, hesaplaşmadan insanların onuruna sahip çıkmalarını ve bu uğurdaki eylemlerini sorgulayamaz , cezalandıramaz. Muktedir öncelikle insan onurunu anlayacak, kavrayacak, ona uygun davranacak. Haddini bilecek. Gücün onun elinde olması her şeyi ve herkesi satın alabileceği anlamına gelmez. Satılık ruhları, kalemleri istediği zaman alabilir. Çünkü onurunu pazarlayacak fahişeler her zaman ve devirde bulunur.

Kalp yerine parçalanmış bir ayna taşıyorum. Görüntüleri silikleştiren, bakışları bulanıklaştıran, umutları solan bir çiçeğe dönüştüren sessizce kendisiyle konuşan, karşılığını almadığı cevaplara hüzünlenen…

Dünyanın kalbi kırık, yüreğinin sızısı derin… Kalbi kırık olan dünyayı kötülükleriyle kirleten, kötülerin elinde bir oyuncağa dönüşmesi yürek sızlatıcı… İktidarlarını sürdürmek isteyen küçük bir azınlığın çoğunluk üzerindeki ihtiraslarının tahakkümü… İnsanlığın açmazı mı, çıkmazı mı, mahkumiyeti mi nasıl tanımlamalı… Çoğunluğun çöplüklere hapis edildiği ve mecbur bırakıldığı, anlamsız değerler uğruna yaşamlarının feda edildiği, kendisinin kurtuluşu için ağır bedellerin ödendiği bir geçmiş dünyadan söz ediyoruz.

Tarihin karanlık odalarına yaptığım her gezinti bir gerçeği bütün çıplaklığıyla haykırıyor; vicdansızların zevk-ü sefası vicdanlıların acı ve kederi üzerine inşa edilmiştir. Ahhh… ahhh.. sessiz çoğunluk bunu anlaya bilse…

O geçmiş dünyayla yüzleşmeden, hesaplaşmadan bugünü anlamak mümkün mü ?...Geleceğe ait beklentiler, hülyalar belirsizken…

Vicdan azabı denen şeyin ömrü en fazla bir haftadır. Farkında oluruz veya olmayız terk eder, gider. İnsan bunun için kendine gerekçeler sunar veya yaratır. Her neyse… Ancak önemli olan vicdanın ebediyen insanı terk etmemesidir. Bu durum kendimizi yitirmemiz anlamına gelir ki, çok ıstırap verici olmalıdır.

Vicdanın kirlendiği ve köreldiği yerde hayat filizlenmez. Tomurcukları dalında kurutan bir karanlık, aydınlığa katlanır mı?... Gün ışığına ihtiyacım var. Temmuz alevleri sonrası sisler arasında bir huzme olarak kalan o ışığa… Her çoğaltma girişimimizin kararan, körelen, dökülen duvarlara çarpıp bize geri dönüşünü burukça izliyorum.

Cellat rahipler kurulunun yerini alan şeyhler karşısında aforozu bekleyen bir mahkûm gibiyim.

Siz buna kabullenme, teslimiyet ne derseniz deyin, umurumda değil. Bu sizi önemsemediğimden değil, sizin anlamaktan uzak oluşunuzdandır.