Geçtiğimiz haftaki “Eşeğe gem vurmayın, kendini at sanır” başlıklı yazımdan sonra beni pek çok okuyucum aradı. Okurlarım "Böylesi esprili ve kara mizah yüklü yazıları severek okuyoruz.

Geçtiğimiz haftaki “Eşeğe gem vurmayın, kendini at sanır” başlıklı yazımdan sonra beni pek çok okuyucum aradı.
Okurlarım "Böylesi esprili ve kara mizah yüklü yazıları severek okuyoruz. Biliyoruz siz her yazınızda Kırşehir’in sorunlarını yaza yaza bitiremediniz ama, bu memleketin üzerinde herhalde ölü toprağı serili ki hiçbir yetkili kılını kıpırdatmıyor. Kırşehir gelişemiyor, büyümüyormuş, Kırşehir’in nüfusu yerinde sayıyormuş, daha ne sorunlarımız var. Seçimle işbaşına gelmiş, Kırşehirlilerin yalvara yakara oylarını almış iktidar partisinin milletvekilleri, belediye başkanı, il genel ve belediye meclis üyeleri ne iş yapıyorlar? Kırşehir’e neyi kazandırdılar? Yapıyoruz, yaptık diye basit işlerle övünüp duruyorlar. Şu Kırşehir’in cadde ve sokaklarına bir bakınız, parklarına bir bakınız! Eli boş, işsiz insanlar vakit öldürüyorlar. Kırşehir herhalde bu duruma layık ki bu parklarda oturanlar, sokakta eli boş dolaşanlar ne yapıyorlar? Sorunlarla boğuştuğumuz, esnafımız siftahsız dükkan kapattığı, hepsinin adete iflas bayrağı çektiği, çiftçinin üretim yapmadığı, emeklinin yaşarken öldüğü bugünlerde yazdığınız bu tür yazılar bize biraz nefes aldırıyor, gülümsetiyor" diyorlar.
Öyleyse biz de bu haftaki yazımızı da yine böyle esprili, hiciv ağırlıklı bir konuyla devam edelim.
Rahmetli Kırşehirli hemşerimiz, şair-yazar, avukat rahmetli Celal Tekiner’in bugün hiçbir yerde öyle sanıyorum ki olmayan “Haksızlığa İsyan” isimli kitapçığını geçenlerde bir kez okudum.
Okudukça Kırşehir’e yapılan haksızlığa, zulme ben de isyan ettim. Ben de Celal Tekiner’in düşündüğü gibi söyledim.
1954’te Yeni Adana Matbaası’nda basılan bu kitapçığı her sayfasından beşer tane fotokopi yaptırıp isteyen bazı okurlarımıza ve hemşerilerimize de postalamıştım.
Kütüphanemde diğer pek çok kitaplar gibi bence çok kıymetli olan, bugün belki de hiçbir kitapçıda, sahaflarda bulamayacağınız, geçenlerde gittiğim İstanbul’da tüm bilenen sahaflarda uzun uzun aramama rağmen bulamadığım Şair Eşref’in ve Neyzen Tevfik’in kitaplarını da bir kere daha büyük bir zevkle okudum.
Bilenler bilir, bu büyük hiciv ustaları, şair ve yazarlar 1940’lı yıllardan önce yaşamışlar.
Demek ki her devirde pek çok yolsuzluklar, usulsüzlükler, adam kayırmalar yaşanmış…
Bugün ülkede yaşanan onca olumsuzluklar ve haksızlıklar karşısında kaç gazetecinin ya da medyacının sesi çıkıyor?
Hafta sonları ulusal televizyonlarda konuşturulan gazeteci geçinenleri şöyle bir izliyorum. Ne kadar acı, ne kadar yazık!.. dinlerken insanlığımdan utanıyorum. Onlar insanlıklarını, kariyerlerini, mesleklerini böyle ayaklar altına atarak, iktidarlara yağ çekip, yalakalık yapabiliyorlar…
Bu medyacı geçinen liboşları nerede bulmuşlar, meşrepleri nasıl da uymuş birbirlerine…
Çoğu efemine yürüyüşlü, bu paralelde konuşmacı… Ağızlarını eğiyorlar, kendilerini oralara getirenlere methiyeler diziyorlar. Yağcılık diz boyu. Acaba bunların anaları-babaları yok mu? Bunları nasıl böyle eğik bükük yetiştirmişler.
Peki, bunların çocukları gelecekte ne olacaklar, sonları nereye varacak?
Hepsi de Atatürk’ün kurduğu bu devletin okullarında okudular, eğitim gördüler, terbiye aldılar.
Hiç birisi Türkiye’nin içine düştüğü gerçekleri söylemiyorlar, söyleyemiyorlar.
Hem kendilerine ihanet ediyorlar, hem de Türkiye’ye.
Peki, doğruları söylemesi gereken insanlara ne oldu?
Nereye gitti bu insanlar?
Nereye gidiyor bu Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti devleti?
Şair Eşref ve Neyzen Tevfik 1940’lı yıllardan önce neler söylemişler, neler yazmışlar, insan düşünmeden edemiyor.
Diyeceksiniz ki onların yıllar önce söyledikleri bugüne uyar mı?
Hiç merak etmeyin öyle uyuyor ki!..
Zira Türkiye’de çok şey değişti ama, değişmeyen o kadar çok şey var ki!..
Geçmişte yine Neyzen Tevfik ve Şair Eşref’le ilgili yine böyle yazılar yazmıştım.
Neyzen Tevfik’e sormuşlar:
“Çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?”
O devirlerde Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikoduları almış yürümüş.
Neyzen Tevfik fırsatı kaçırmaz:
“Maliye Bakanı değilim ki çalarken neşeleneyim!”
İttihatçıların meşhur Talat Paşa’sının Çingene olduğu söylenir, oysa Talat Paşa ailesinin geçmişiyle ilgili önüne gelene bilgi vererek bunun doğru olmadığını kanıtlamaya çalışmaktadır.
Lakin çok kızgın olan Neyzen Tevfik’in hicvinden kendisini kurtaramaz:
“Fıkra, parti diye halkın boğazından sıkarak,
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi,
Kazdığı câh-ı belaya yine kendi düştü,
Örsünü kıskacını ….min çingenesi”
Yıl 1942, Nazi Almanyası dünyanın hâkimi görünümdedir; Neyzen aşağıdaki dörtlüğü o günlerde yazar.
“Şu yeni Nazi nizâmınca nasıldır bilmem,
Bizde kıymet adamın servetidir, mangırıdır,
Alman devleti hırsızlığı etmezse kabul,
O zaman bizlere işte bu rejim aykırıdır”
Neyzen Tevfik şu dörtlüğü acaba neresi için, kim için, kimler için söylemiş:
“Bana vicdan ile din, hubb-ı beşer şöyle dedi:
Menfaat neredeyse o tarafa yollarınız,
Sen şifa-bahş olacak sanma bu teşkilatı,
İlmi biz halkı uyuşturmak için kullanırız”
Nasıl, çıkarabildiniz mi?

Neyzen Tevfik bu dörtlüğü neresi için, kimler için yazmış?
Bilenler bilmeyenlere söylesin.
1940’lı yıllar.
Çok partili demokrasiye geçilmek üzere.
Neyzen Tevfik yine birine kızmış.
Verip veriştirmiş.
“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler,
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler,
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizim kayda göre şimdi o mebus dediler”
Hani, kızınca, haksızlığa, ihanete uğrayınca; devir, hırsızın, uğursuzun devri deriz ya. Neyzen Tevfik bunu bir başka söylemiş:
“Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır,
Söz haykıranın mantık ise şarlatanındır,
Geçmez ele bir paye kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır”
Yetmiş yıl önce devrin büyük hiciv ustası böyle demiş.
Ne büyük, ne manidar söz değil mi?
Neyzen Tevfik’in kitabının her sayfasındaki ayrı ayrı sözleri, okudukça beni kendisine bağlıyor.
Yine bir başka iki beyiti. Biri az diğeri çok bilinen…
“Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti”
“Aldıkça al, daldıkça dal, çaldıkça çal,
İstersen ver yüz arzuhal; ne sorgu var ne sual”
Böyle bir yazıyı yazmak için Neyzen Tevfik’in kitabında aldığım bu notları yazıma dökerken sizler gibi ben de neler düşündüm neler!..