Milliyetçilik düşüncesini, özünde emperyalizmin karşıtı ve direniş ideolojisi olarak okumak gerekir. Globalizm ya da Türkçe dilinde daha sık kullandığımız haliyle küreselleşme deyimi emperyalist ülkeler dışındaki 2. ve 3. Dünya olarak adlandırılan az gelişmiş ülkelerde çok kullanılan emperyalist bir kavramdır. Bu kavram bilhassa 90’larda, dünyanın küçük bir köye dönüştüğü ve bu yüzden tüm yaşam alanlarının bu değişime göre evirilmesi gerektiği tezi üzerine oluşturulan iddianın bilhassa sosyal ve ekonomik hayatta buna göre değişikliklerin artık zorunluluk olduğu algısı ile dünya halklarına dayatılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Ancak kısa bir süre sonra siyasi, sosyal ve iktisadi ve hatta askeri tüm alanlardaki değerlendirmelerde bu akımın hiç de sanıldığı gibi masum olmadığı anlaşılmış ve tartışılmaya başlanılmıştır. Kavramın erken dönem tartışmalar sürecindeki tüm dünya milletlerinin ve kültürlerinin sosyal ve iktisadi olarak dahi harmanlanması ile dünyanın küçük bir köye dönüştürülerek güya mutlu bir sona erişilmesi ütopyasının esasında ve fiiliyatta emperyalist bir tuzak olduğunun anlaşılması ile kuşkular artmaya başlamıştır. 

Emperyalizm bilindiği üzere kapitalizmin en üst seviyesi olarak değerlendirilir. En üst derecede “doyma noktasına” olaşan emperyalizmin üst aşamaya geçmesi, iç pazarı yetmediğinden dış pazarlara açılması kaçınılmaz olur. Böylece emperyalizmin en üst kademesi olan “Küreselleşme” kavramı ile sömürgeci devletlerin meta/mallarının az gelişmiş devletlerin milletlerine sunulması/satılması aşamasına geçilir. Güya ortak kültürde buluşma olarak iddia edilen küreselleşme esasında daha çok emperyalistler gibi giyinme, yeme, konuşma, düşünme gibi yaşam tarzlarına bağımlı olmak sonucunu doğurur. Bağımlı-yönetilen devletlerin milletleri egemen emperyalist gibi yaşama ve düşünmeyi ortak kültürde buluşma ve medeniyet olarak algılamak gibi hayati bir tuzağa düşmektedirler. Oysaki globalizm şekerine sarılı zehir esasında emperyalist ülkeler dışındaki tüm dünya milletlerinin emperyalist devletler için pazar haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Sınırları kalkan, siyasi, askeri ve iktisadi bütünleşme olarak algılatılan küçük köy olma hayali aslında emperyalist güçlerin dünyaya egemen olmasından başka bir şey değildir. İşte bu noktada Globalizm denilen emperyalist taarruza karşı en büyük direniş milliyetçilik ile olabilmektedir. 

Peki, tam olarak nedir milliyetçilik? Milliyetçilik; “toplumda millî kültürü güçlendirmek ve hakim kılmak; mensup olunan millete ait, bilhassa manevi değerlerin yüceltilmesini gaye bilmek; milli ülkü ve emellerle geleneklere taraftarlık ve benzerleri arasında onlara öncelik vermek; millî değerleri, ülküleri, gelenekleri bütünüyle milli kültürü yabancı tesir ve tahriplere, şöyle veya böyle, şu veya bu sebeple meydana gelen bozulmalara karşı korumak ve müdafaa etmek; mensup olunan milletin devletine samimi bir sadakat hissi içinde bağlı olmak; millet ve devleti için her türlü fedakarlığı yapabilecek bir haleti ruhiyede ve ahlaki yaşayış içinde bulunmak; milletinin tarihine şuurla bağlanmak, millî zaferlerle iftihar duymak ve gururlanmak, millî felaket ve ıstıraplara yanmak ve üzülmek; milletinin geleceği hakkında ümitli ve iyimser olmak, dinamik bir gelişme içinde güçlükleri yenerek milletini milletler cemiyetinin hür, eşit, şerefli ve kudretli bir üyesi yapmak; milletinin var olmak ve var kalmak azim ve iradesine bütün benliği ile bağlanarak hizmet etmek; şahsi hayatını millî değerlere samimî bir bağlılık içinde düzenlemek ve millî bir üslupla yaşamak; varlığını millet varlığından ayırmayan, millet için fedakârlığı esas kabul eden idealist bir İslam ahlakını fertlerin ve cemiyetin hayatına hakim kılmaya çalışmak; milletin bütün fertlerini tasada ve kıvançta ortak, bölünmez bir bütün ve birbirlerinin kardeşleri oldukları duygu ve şuurunda kaynaştırmaya gayret etmektir.” diye ifade edilebilir. 

Yani “sen” olmak, özün gibi olmak, öz değerlerini koruyup yaşatmak ve yükseltmek, dış tehditlere karşı ‘bir’ ve güçlü olmaktır. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizatihi tarihimizin gördüğü en büyük Türk Milliyetçisidir. Emperyalizme karşı sömürülen ve ezilen milletlerin mücadele bayrağını ilk kaldıran ve zafere ulaştıran büyük lider olarak dünya tarihinin yazdığı ve kabul ettiği ulu önder milli mücadeleyi Türk Milliyetçiliği üzerine temellendirmiş, Türkiye Cumhuriyetini de bu ideoloji üzerine kurmuştur. Kısaca milliyetçilik, yok olmak istemeyen, var olmak, yükselmek ve yücelmek isteyen milletlerin, vazgeçilmez ideolojisidir. Milliyet hissi ile milliyetçilik şuurunun her ne sebep ve suretle olursa olsun tahribi ise bir millete yapılabilecek en büyük düşmanlık ve kötülüktür. Bizler geçmişte bu tehlikeyi FETÖ’nün AKP’yi alabildiğine kandırdığı, kullandığı ve ülkeyi arka planda yönettiği çözüm süreci denilen ama esasında çözülüş ve ihanet dönemi olan o karanlık dönemde de hep beraber gördük. Milli değer ve şuura karşı planlı saldırı olan TC’lerin devlet kurumlarından kaldırılması, Andımızın yasaklanması, milli bayramların kutlanılmasının bırakılması, düzmece delillerle yürütülen Ergenekon ve Balyoz davaları ile ordunun itibarsızlaştırılması, Türk’üm demenin neredeyse yasaklanması özünde emperyalist Amerika’nın FETÖ piyonu vasıtası ile Türkiye’yi işgal etme projesinin ilk aşamasıydı. Demek ki milliyetçi şuur, emperyalizmin hiç sevmediği ve ilk yok etmek istediği duygu ve ideolojidir. 

Milliyetçilik bağımsızlığın ve ilerlemenin, emperyalist saldırı ve tuzaklara karşı direnişin bayrağıdır. Milliyetçilik kavramını şeytani bir ideoloji olan ırkçılık ile karıştırmamak gerekir. Milliyetçilik ırka değil, ortak yaşam alanındaki herkesin ortak değer ve maneviyatlarının birlikteliğine dayalı bir duygudur. Bugün Türkiye’de Türk, Kürt, Çerkez kim olursa olsun bayrağı ve ülkesi için aşkla mücadele etmektedirler. Milliyetçilik ideolojisi millet şuuruna sahip olmanın, dış güçlere direnmenin, var olma ve yükselmenin yoludur. Milliyetçilik Ulu Önder Atatürk’ün ilkeleri arasında bizzat alarak devlet ideolojisi olarak da kabul ettiği, sahip çıktığı bir ideolojidir. Milliyetçilik düşüncesi onca savaşlar ve eziyetler ile Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış sürecinin tecrübelerinin sonucunda Türkiye Cumhuriyeti tarafından ilk yıllarında kabul ve dizayn edilmiş bir kuruluş ideolojisidir. Osmanlı’nın yıkılış sürecindeki savaşları, yıkımı, ölümleri, ihanetleri, acıları ve nihayetinde tercih edilen Milliyetçilik düşüncesini ve Türk Milletinin tekrar ayakları üzerinde kendine inanarak yeniden yükselmesinin şifrelerini Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarına sormak lazım. Zamanla bu ideolojiden uzaklaşılınca MHP yeniden sahip çıkıp bayrağı yükseltmiştir. Ancak MHP’nin de başbuğ Alparslan Türkeş sonrası yaşadığı çeşitli tartışmalar ve bölünmeler sonrası bu bayrağa bugün sahip çıkmak isteyen birden çok parti ortaya çıkmıştır. Bu bölünmüşlük ve kavga hali Türk Milliyetçiliğini maalesef çok zayıf düşürmektedir. Nasıl ki Turan hayaliyle tüm Türk Devletlerinin tek bayrak altında birleşmesi arzu ediliyorsa, Türk Milliyetçisi olduğu iddiasındaki tüm siyasi partilerin de tek çatı altında birleşmeleri gerekmektedir. Türkiye’de Türk Milliyetçiliği düşüncesi hem köklü hem de güçlüdür. Ancak bölünmüşlük nedeniyle Türk siyasetinde yeterince etkin olamayan uyuyan bir devdir. Türk Milliyetçileri bir gün kendilerini tek çatı altında birleştirebilecek olan bir lideri beklemektedirler!

Yazımı bitirirken Türk ve İslam âleminin mübarek Ramazan Bayramını en kalbi duygularla kutluyor, bu vesileyle Türk ve İslam coğrafyalarındaki tüm esir ve mazlum kardeşlerimizin kurtuluşunu, Türk Milletinin güçlenmesini ve yükselmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum!