
Kırşehir basınının duayen gazetecisi, ustamız, ağabeyimiz Dursun Yastıman’ın yetiştirdiği birisi olarak meslek hayatında nice gazetecilerle tanıştım, niceleriyle dostluğumuz oldu. Özellikle seçimler öncesi Kırşehir’e gelen ulusal gazetelerin, televizyonların yazarları, muhabirleri “Kırşehir Çiğdem”e gelirler ve Kırşehir’in nabzını tutarlardı. Bazılarını gazetemizde tanıdım, bazılarıyla da çalıştıkları gazetelerde tanıştık.
İşte hatırlayabildiğim gazetecilerden bazıları:
Hasan Pulur, Çetin Emeç, Kurthan Fişek, Hasan Cemal, Emin Çölaşan, Yavuz Donat, Muharrem Sarıkaya, Şükrü Küçükşahin, Güngör Uras, Ece Temelkuran ve geçen hafta kaybettiğimiz duayen gazeteci Leyla Umar gibi daha niceleri. Kırşehir’in siyasileri de hatırlarlar pek çoğunu.
2003 yılıydı. Aylardan ağustosun son günleri, eşimle beraber Antalya’da tatildeyiz.
Türkiye turizminin başkenti Antalya’nın Konyaaltı sahilindeyiz. Saat 10.30’da yanımıza bir hanımefendi geldi oturdu.
Selamlaştık, konuşmaya başladık. Kendisine ve bize birer kahve söyledi. Adının Gazeteci Leyla Umar olduğunu söyleyince ben de sevinmiştim. Ne de olsa meslektaşımdı.
O yanında getirdiği gazete ve dergileri karıştırırken sık sık telefonlara cevap veriyordu.
“Ben de gazeteciyim. Kırşehir’liyim. Kırşehir’de 40 yıla yakındır yayınladığımız yerel gazetemiz var. Ayrıca Doğan Haber Ajansının temsilciliğini, diğer pek çok ajans ve gazetelerin de temsilciliklerini yapıyoruz” dedim.
Leyla Umar da “Öyle mi? Çok güzel. Meslektaşmışız, çok memnun oldum” dedi.
Kırşehir’imizi, Ahiliğimizi, Aşıkpaşa’mızı, Neşet Ertaş’ı, termal otellerimizi anlattım. Hayretler içinde kalmıştı.
Daha sonra o da kendisini anlattı bize uzun uzun…
“Gazeteciliğe 25 yaşındayken Ercüment Karaca’nın sahibi olduğu Milliyet Gazetesi’nde başladım. O yıllarda gazetenin genel yayın yönetmeni de arkadaşım olan Abdi İpekçi idi. Maaşım da ayda 200 liraydı. Daha sonra Ercüment Bey beni çağırdı ve ‘Leyla Hanım siz röportaj gazeteciliği yapmaya başlayın. Size her röportaj başı 150 lira vereceğim’ dedi. Ben de kabul ettim. Kimlerle röportaj yapmadım ki…” diyen Leyla Umar, pek çok anılarını bana anlattı, anılardan kesitler verdi.
“Şu üstteki Su Otel’de kalıyorum. Hafta sonu İstanbul’a döneceğim” dedi.
Leyla Umar Türkiye’nin yakından tanıdığı marjinal bir gazeteciydi.
Leyla Umar, İdi Amin, Mandela, Fidel Castro ve Humeyni gibi dünya liderleriyle röportajlar yapmıştı.
Leyla Umar’a “Atatürk hayatta olsaydı onunla da röportaj yapardınız herhalde” dedim. O da “ Ah…Ah… O içimde hep ukde” dedi.
Antalya’yı çok sevdiğini, yılda birkaç kez geldiğini kışın bile burada denize girdiğini söyledi.
Ben de “Her yılbaşı burada denize girerim” dedim.
“Türk basınının ana kaynağı, milli mücadelede Atatürk’ün yanında yer alan Anadolu basınını biliyorum. Ne tesadüf Kırşehirli Gazeteci Şevket Güner Bey’le tanışıp kahve içmek, yemek yemek varmış. Ben Kırşehir’i Osman Bölükbaşı’nın memleketi olarak bilirim. Hatta onunla İstanbul’da Maksim Gazinosu çıkışında röportaj yapmıştım. Kırşehirlilerin yıllar önce Demokrat Parti’ye karşı verdikleri onurlu mücadelelerini, dik duruşlarını, muhalefet ettikleri yıllardan tanıyorum. Osman Bölükbaşı hatip biriydi. Saatlerce konuşurdu, ama istediği oyu alamazdı nedense! Ben İsmet Paşa ile de röportaj yaptım. Bölükbaşı da, İsmet Paşa da müthiş insanlardı. Beni çok etkilemişlerdi o yıllarda. Kırşehirlileri ben o zaman mücadeleci birisi olarak tanıdım. Anadolu insanları hep öyledir zaten. Sizin gazetenizde öyledir inşallah. Gazeteciler hep muhalif olurlar, onların ruhlarında eleştirmek vardır. Gazetecilikte; önce dürüst olacaksın. İnsanlara ayrım yapamayacaksın. Herkesi eleştirirken, çıkar ve menfaatin yanında siyasi mülahazalardan uzak duracaksın. Ama şu an sizinle eşinizle üç dört saattir birlikteyiz. Sizi, sohbetinizi, yorumlarınızı bir Anadolu basını olarak, kendinizi yetiştirmiş olarak ve deneyimli gazeteci olarak gördüm” dedi.
Kahkahayı patlatarak “Bir sigara daha yakmama müsaade eder misiniz?” dedi.
Güneşte tamamen yanmıştı. Vücudu yanıklar içindeydi.
Antalya’nın tüm tarihi ve turistik yerlerini gezip incelediğini, fotoğraf makinesini yanında hiç eksik etmediğini, yatarken bile yanında bulundurduğunu, ses kayıt cihazının ise kendisinin her şeyi olduğunu söylüyordu. Makinelerini inceledim uzun uzun.
Bu müthiş usta gazeteciyi dinlerken ben de ona tanıdığım nice gazetecileri anlattım. “Sürekli Basın Kartı” sahibi olduğumu söyledim. Ben de onun basın kartına baktım “Basın Şeref Kartı” yazıyordu. Doğum yeri İstanbul Adalar. Yaşı 80’nin üzerindeydi o zaman. Beraber denize girdik, ama biz Anadolu insanı onun kadar şöyle uzaklara açılıp, saatlerce kulaç atan birisi değildik tabii.
Sabah saat 10.30’dan 17.00’ye kadar konuştuk sohbet ettik. Ben onun gazetecilik anılarından yararlandım, saatlerce dinledim. O da beni nezaket göstererek dinleme lütfunda bulundu.
Bu duayen gazeteci hanımefendiyi geçen hafta kaybedince eşimle beraber onunla ilgili konuşurken böyle bir yazı yazma isteğim kendiliğinden oluştu.
Bugünkü yazımda mesleğimizin duayeni Gazeteci Leyla Umar oldu. Çünkü onun ölüm haberini alınca görüştüğümüz, konuştuğumuz kadarıyla dostluğumuzu anımsadım.
Umarım amacına ulaşmıştır. Kendisine rahmetler diliyorum.