Yaramaz bir çocuktum, okumaya da hiç niyetim yoktu. Sınıfı kaynatmak için fırsat kollardım. Sen arkanı döndüğünde hemen yanımda oturan arkadaşlarımı çimdikler, teneffüste oynayacağımız takımı ayarlardım. Ece’den aşırdığım saç tokası ile arkadaşlarıma kâğıt atardım. Kızların defterlerini karalar, erkeklerin sırtına lastik böcek sokardım. Ne kendim dersi dinlerdim ne de arkadaşlarımın dinlemesine izin verirdim.

Siz, bana doğru sert sert bakardınız. İşte o zaman yüzüme masum bir ifade takınır, süt dökmüş kedi gibi olurdum. Kendimi acındırıp cezadan yırtmak için de kalem ucu ile parmağımı kanatır dudağımın üzerine, burnumun kenarına sürerek lavaboya koşardım. Bilirdim, kafanızın arkasında da gözleriniz vardı. Benim çıbanbaşı olduğumu bilirdiniz. Bilirdiniz bilmesine de elinizi kaldırıp da bir fiske bile vurmazdınız.

Uyarılarınız, kaş çatmalarınız, sert bakışlarınız, tek ayak üzerinde durma cezaları da hiç biri işe yaramadı. Beni uslandırmak için yeni çareler aramaya başladınız.

“Çocuklar doğruları bulmak istiyorsanız silgiyi çok kullanın,” der dururdunuz. “Silmekten korkmayın! Sık sık silgi kullanın…”

Yazmayı anladık da silmek de nedir? Ben bu laftan hiçbir şey anlamazdım.

“Çok yazan değil, çok silen insanlar başarılı olur bunu sakın unutmayın.”

Benim gibi kaleme, silgiye dokunmayan bir çocuk için bu lafların hiçbir önemi yoktu. Bir sene boyunca bir silginin üçte birini bile kullanmazdım ben. Ders dinlemediğim zamanlarda kalemimin, cetvelimin ucu ile silgimi delik deşik eder, keserdim. Boncuk büyüklüğündeki silgi parçalarını, saçında böcek var, diye bağırarak kızların saçına atardım. Kızlar “Aaaayaaaay!” diye hoplayıp zıpladıkça da karşılarına geçer gülerdim. Bu kızlarda çok korkak oluyor canım.

Çok yaramazlık yaptığım bir gün elime bir süpürge bir de faraş tutuşturmuştunuz.

“Ahmet bugün sınıfı sen temizleyeceksin.” demiştiniz.

Önce ne olduğunu anlayamamıştım. Bu benim için ödül müydü yoksa ceza mı? Tüm arkadaşlarım yüzüme bakıp, gülerek sınıftan çıktılar. Ben önce sınıfa sonra da elime tutuşturulan süpürge ve faraşa bakmıştım.

“Olsun, ne var bunda? Süpürürüm.” dedim. “Bu da ceza mı?”

Başladım sıraların altını süpürmeye. Bu sıra Murat’ın, bu sıra Mehmet’in… Bu sıra da benim sıram, baksana altı tertemiz, ne güzel. Altında silgi tozu dolu olan bu sıra da Elif’in. “Manyak Elif, ne vardı sanki bu kadar silgi tozu dökecek? Ne yazıp silmiş bu kadar? Bu kız da tam bir inek.” Silgi tozlarını süpürüp bir araya toplamaya çalışıyordum ama bir türlü toplanmıyordu.

Söylene söylene silgi tozlarını süpürdüm, faraşa doldurdum. Çöpe dökerken silgi tozlarının bir kısmını tekrar yere döktüm ve tekrar süpürmek zorunda kaldım. Saatlerce uğraştığımın farkında bile değildim. Sınıfın kapısından çıktığımda sırtım ter içinde kalmıştı.

Siz, koridorda beni bekliyordunuz.

“Sınıfı süpürdün mü Ahmet?”

Suratım asıktı. Yüzünüze bile bakmadan, tok bir sesle: “Süpürdüm!” demiştim.

Karşıma geçip, yere çömelmiştiniz; gözlerimin içine bakarak:

“Çok silgi tozu çıkaran çocuklar çok başarılı olur oğlum.” demiştiniz “Sen bugün silgi tozu süpürdün, eğer derslerine çalışmazsan büyüdüğünde başka şeyleri süpürmek zorunda kalırsın. O zaman da hem bana hem de kendine kızarsın. Daha çok üzülürsün. Anladın mı beni?”

O kızgınlıkla öğretmenimin ne demek istediğini yine anlamamıştım. Suratımı asıp, yüzüne bile bakmamıştım. Yumruklarımı sıkıp koşar adımlarla okuldan çıkmıştım.

Ertesi gün ve ondan sonraki günler öğretmenim sınıfı bana süpürtecek korkusu ile yaramazlık yapmamaya başladım. Artık ben de silgi kullanıyordum. Elif kadar olmasa da ben de silgi tozu çıkarıyordum. Masamın üzerinden yere dökülen silgi tozlarına sevinerek bakıyordum.

Birkaç ay sonra sınıfın en çalışkanları arasına girmiştim. O tembel çocuktan eser kalmamıştı. Derslerimi dinliyor, ödevlerimi yapıyor, parmak kaldırıyor, derse katılıyordum. Sıramın üstüne, altına Elif’den daha çok silgi tozu döküyordum.

Yıllar ne çabuk da geçti. Artık büyümüştüm, mezun oluyordum. Canım öğretmenim elinizi öpüp size veda ederken, yaşlı gözlerle bana bakmıştınız. Uzamış boyuma, jöleli saçlarıma, yeni yeni terlemeye başlayan bıyıklarıma göz gezdirmiştiniz.

“Ahmet, hayatının her döneminde silgi kullan olur mu yiğidim? Hem de çok kullan.” demiştiniz. “Sevmediğin insanları hayatından sil, kötü duyguları içinden sil. Senin başarını, mutluluğunu baltalayan herkesi sil, sil gitsin.” Ellerimi, avucunuzun içine alarak bir anne gibi şefkatli sesinizle konuşmanıza devam etmiştiniz. “Ahlaksızlıkları, haksızlıkları, onursuzlukları sil oğlum. Sil ki güzelliklere yer açılsın. Sil ki beyaz sayfalara sevgiler, dostluklar, güzellikler dolsun. Sil. Hem de bol bol sil. Silgi tozlarını… Süpürdüğün silgi tozlarını da çöp kovasına at.”

Ne anlatmak istediğinizi o zaman çok algılayamamıştım. Ama büyüdükçe. Hayattaki kara lekeleri gördükçe sizin ne demek istediğinizi çok iyi anladım. Sözünüzü tuttum öğretmenim. Tutmaya da devam edeceğim.

Şimdi okuduğum okulda yönetici olarak görev yapıyorum. Aradan seneler geçti ama ne zaman bir silgi tozu görsem aldığım o ceza gelir aklıma. Boğazım düğümlenir, gözlerim dolar. Canım öğretmenim iyi ki bana öyle bir ceza vermişsiniz. Her süpürge, faraş gördüğümde Rahmetle anıyorum sizi. Sizin öğrettiklerinizle yol aldım, almaya da devam ediyorum.

Ya toprak ol

Ya da su

Sakın ateş olma