Daha gün ağarır ağarmaz başladı o günün heyecanı. Kuşların senfonisi eşlik etti yeni güne. Ardından sabahın ilk ışıkları ile birlikte evden çıktım sandıktaki ilk oy kullanan kişi olmak için. Genci, yaşlısı bir akın vardı sandıklara. Ancak ikinci sırayı kapabilmiştim o kadar hızlı olmama rağmen. Benim önümde ise ipi göğüsleyen ise yaşlı, bastonlu bir amca idi.

Ardından belediye otobüsüne bindim. Bir sonraki durakta yaşlı bir teyze ve kocası bindi otobüse. Hürriyet İlkokulunu sordular önce, orada oy kullanacaklarmış. Bir düğün yerine gider gibi halleri vardı. Okula yaklaştığımızı hatırlattım kendilerine, etrafta büyük bir kalabalık vardı, kalabalığı aştılar ve bir hızla okula doğru ilerlediler.

Sonra ecimi (anneanne) ziyarete gittim. Mutfaktaki pencereden bakıyordu karşıdaki okula. Okulun ismi Atatürk İlkokulu. Pencereden oy kullanmaya giden insanları süzüyordu. Bana anlatıyordu sonra. Bebek arabası ile bir çift gelmiş biraz önce. Sonra başka bir aile, tek tek seyrediyordu.

Ecime sordum. “Senin yaşında olup da köyde okuyan kadın var mı?” diye. “Hayır” dedi. “Kendi köyümüzde okul daha açılmamıştı. 3 km uzaklıktaki Dulkadirli köyüne ise kimse göndermiyordu çocuğunu, hele bu kişi kız çocuğu ise hiç okuma şansı yoktu.”

Cumhuriyet sayesinde, Atatürk’ün yaktığı ışık ile kısa zamanda eğitimin aydınlığı ulaştı Anadolu’ya. Dulkadirli Köyüne ilkokul 1926 yılında yapılmış. Cumhuriyetin ilânından sonra ilk iş eğitim olmuş… Ve ecim Atatürk İlkokuluna tekrar bakıyordu pencereden, kendisi 87 yaşında fakat pencereden seyrettiği nesillerin önünde uzunca yıllar var. Kendisi okuyamadı, yalnızca seçme hakkı oldu, fakat Cumhuriyetin kazanımları sayesinde torunları okuyup bir yerlere geldiler; kimisi öğretmen, kimisi hâkim…

*

Seçimden birkaç hafta öncesi: Şehir rengarenk; pankartlar, afişler, bayraklar… Kimileri büyük otobüslerle dolaşıyor gün boyu. Ama benim dikkatimi ve ilgimi küçücük, eski mi eski, boyası dökülmüş arabalarda başka türlü sesini duyurma imkânı olmayan partililer çekiyor. Rahmetli eski liderlerinin hatırına oy istiyor bir partili…

Cadde üzerindeki çay ocağının bir tanesi parti seçim bürosuna dönüştürülmüş. Yoldan geçerken görüyorum, kalabalığı eksik olmuyor; oradaki tanıdığım bir partiliye soruyorum “Kenan, çalışmalar nasıl gidiyor?” diye. “Abi, diyor, hiçbir şey yok, amaçsızca bekliyoruz” diyor. Şaşırıyorum tabi. Ben de bekliyorum ki “abi müthiş bir alâka var partimize, müthiş bir teveccüh, çok ümitliyiz…” demesini. Ancak açık sözlülüğü takdirimi kazanıyor.

Daha sonra markette başka bir partili ile karşılaşıyorum. “Sizin partinin adayı kim?”, diye. “Benim” diyor kendisi. Gözleri ışıl ışıl, kazanacağı ümidini taşıyor. Benden de destek istiyor. Benim de aklıma bu destek üzerine şu fıkra geliyor ve ona anlatıyorum:

Nasreddin Hoca’ya bir ahbabı gelmiş:

--- Senden, demiş, 4 ay vade ile elli lira borç istiyorum.

Nasreddin Hoca cevap vermiş:

--- Vadeyi istediğin kadar vereyim fakat para veremem!

*

SEÇİM CİLVELERİ

On dokuzuncu asırda İngiliz Muhafazakâr Partinin Lideri olan Benjamen Disraeli (Lord Beaconsfield) politikaya yeni atıldığı devirde ateşli ve yakışıklı bir gençmiş. Namzetliğini koyduğu bölgeye, seçim nutuklar vermek üzere gitmiş. Ahali, etrafına toplanıp kendisini takdirle, alkışla dinlermiş. Dediklerini hep tasdik ederlermiş. Müstakbel lider, daha o zaman öyle alâka uyandırmış ki, giydiği yeşil yelek, moda haline gelmiş.

Hulâsa, genç Benjamen, mutlak muzaffer olacağından emin. Bilhassa şunun için ki, rakibi olan lord, ihtiyar ve yarı âlil bir adam. Kimse de onu sevmiyor. Zaten nutuk falan çektiği de yok. Yalnız, Disraeli’nin bir mitingi sırasında arabası ile uzakta görünmüş. Kalabalığı görünce:

--- Nedir bu? Diye sormuş.

---Seçim propagandası efendim! Demiş.

---Ya… Geri dönelim öyleyse… diyerekten emir vermiş ve inzivasına çekilmiş.

Neticede, seçimi lord kazanmış. Disraeli, seçmenlerle karşılaşınca:

--- Bu ne iştir? Hani lorddan memnun değildiniz? Hani benim dediklerimi beğenip alkışlamıştınız? Demiş.

Cevap vermişler:

--- O başka iş, bu başka iş… dedelerinden itibaren bu lordu hep seçeriz… Senin de dediklerini beğendik…

*

Bir süre ara verdiğimiz Saklı Kalan Şiirler Köşemizin bu haftaki ilk misafiri Fransız şair Jacques Prevert’in bir şiiri, çeviren İlhan Demiraslan.

MAYIS AYI ŞARKISI

Eşek, kral ve ben

Belli yarın öleceğiz

Eşek açlıktan ölecek

Kral içi sıkıldığından

Aşktan ölecek elbet bendeniz.

Yazar elbet isimlerimizi zamanın kara tahtasına

bir parmak tebeşir

Eşek diye, kral diye, adam diye

Kavaklardan esen rüzgâr bize doğru seslenir

Eşek, kral ve ben

Elbet ölürüz yarına

Eşek açlıktan ölür elbet

Kral içi sıkılır ölür.

Ben aşkımdan ölürüm bir mayıs ayına

Belli kirazdır yaşamak

Çekirdek ölüm işte

Kiraz ağacıdır aşk…

**

İkinci şiirimiz Bülent Ecevit’e ait. 1954 yılına ait bir şiir.

ADALET

Elmalarda diş izi

               Senindir bu dişlem

Tapıldı hanene

Gereken işlem

Melekler de şahit

Suçlusun

İşbu kanun hükmünce

Sen bir insanoğlusun

İnsanoğlu

                 MADDE BİR

Dünyaya gelmelidir

             MADDE İKİ

Sevmeli sevilmeli

dünyayı cennetin

bahçesi bilmelidir

             MADDE ÜÇ

Yaşama sevgisinin

kökleri kalbinde

insanoğlu günün birinde

ölmelidir.

Dönmelidir dudaklarına

buruk bir elmanın tadı

Dördüncü madde okunamadı

İşbu kanunu

            Kim yürütür bilinmez

Bilinmeyen ellere

Karşı gelinmez.