Ülkemizde liberal düşüncenin ilk temsilcilerinden ve sosyoloji biliminin kurucularından değerli düşünürümüz Prens Sabahattin Bey'in (1878) doğum yıldönümü.
Sultan II. Abdülmecit'in kızı Seniha Sultan'la Adliye Nazırı Mahmut Celâlettin Paşa'nın iki çocuğundan biri olan Prens Sabahattin 70 yıllık ömrünün büyük çoğunluğunu sürgünde geçirmiştir.
Mahmut Celalettin Paşa bilimi, sanatı, sanatçıları seven bir insandı. Namık Kemal ve Ziya Paşa hayranıdır. Sık sık onlarla toplantılar yapar, bireysel ve toplumsal özgürlüğü savunur. Ülkeyi ilgilendiren bütün olayları yakından izlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun karşı karşıya kaldığı büyük tehlikeleri üzüntü ile görür, II. Abdülhamit'i defalarca uyarır. Fakat tüm bu uyarılar sonuçsuz kalır. Bunun üzerine çocuklarıyla birlikte Avrupa'ya gitmeye karar verir. Özgürlük mücadelesi vermek üzere çok sevdiği İstanbul'dan ayrılır.
Avrupalılar genç Sabahattin'e "Prens" adını verirler. Prens Avrupa'da çeşitli başkentleri dolaşır. Gittiği her yerde bilgisi, nezaketi ve güzel konuşmalarıyla insanları hayran bırakır.
O Avrupa'daki günlerini şöyle anlatır:
"Buraya geldiğimden beri ülkemin bugünkü medeni ihtiyaçlarını temiz duygularla ve içtenlikle padişaha gönderdiğimiz yazılarla bildirdik. Fakat doğal olan bu isteklerimizi padişahımız hiç mi hiç dikkate almadı. İstanbul'a dönmemiz için peşimizden hafiyeler gönderdi. Biz memleketteki rejimin bugünkü durumu içerisinde yurda dönmeyi reddettik. Her reddedişimizde padişahın yeni girişimi ve tehditleriyle karşılaştık. Bizleri yakalayıp iade etmesi için Fransız hükümetine nota gönderdi. Bu notadan netice alamayınca babamızın İstanbul'daki emlâkine el koydu. Öz kardeşi olan annemizi Yıldız Sarayı'na hapsettirdi. Kız kardeşini hapsedip eziyet eden bir kalpten milletine saadet ve mutluluk getirmesi beklenmeyeceğinden yükselmesi, gelişmesi için kendimizi adadığımız halkımızın hislerine başvuruyoruz."
Prens Sabahattin'in dışarıda geçirdiği yıllar oldukça hareketli mücadelelerle doludur. Dışarıda faaliyet gösteren gruplar arasında iş birliği kurmaya çalışmış, Türk davasını Avrupa'ya anlatmıştır. I. ve II. Jöntürk kongrelerini toplamış, bu kongrelerde çok önemli kararlar aldırtmıştır.
10 Temmuz 1908 tarihinde II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte Prens Sabahattin bir mektupla Sadrazam Sait Paşa tarafından İstanbul'a davet edilir. Sultan Abdülhamit yeğenini Çanakkale'den itibaren resmî törenle karşılatır. İstanbul'da 21 pâre top atılır. Prens Sabahattin İstanbul’un fikir hayatında bir yıldız gibi parlar. Bilgisi, terbiyesi ve karakteri ile üstün niteliklere sahiptir. Şehzadebaşı'nda, Beyoğlu'nda konferanslar verir, ülke sorunlarını anlatır.
Sabahattin Bey'in görüşlerini üç ana noktada toplamak mümkündür:
1-Eğitim
2- Ademi merkeziyet.
3- Teşebbüsü şahsi
Eğitim: Prens Sabahattin çocuğun yaratıcılığını önleyen, merkezi hiçbir bilgi vermeyen kısır eğitim sistemine karşıdır. Gençler devlet memuru olmak için gereksiz bilgilerle yetiştirilmemeli, teknik ve mesleki bilgilerle donatılmalı, daha sonra birer iş yeri açarak üretime katılmalı, vergisi ile devleti güçlendirmelidir.
Ademi merkeziyet: Prens Sabahattin merkezi yönetime karşıdır. Ülkenin eyaletlere ayrılarak işlerin ve idarenin daha kolay ve verimli sonuçlar verebileceğini söyler. "Tembellik ve merkeziyetçilik bizleri mahvediyor" diye yazılar yazar, konferanslar verir. Bu yazılar daha sonra "Türkiye nasıl kurtarılır?" isimli bir kitapta yayınlanır.
Teşebbüs-ü şahsi (Özel girişim): Prens Sabahattin'e göre toplumsal başarının anahtarı özel teşebbüstür. Hangi toplumlarda fert daha girişimci, daha bağımsız, daha üretici ise o toplum gelişmiştir. Onun için kadın-erkek farkı gözetmeden gençlerimizi teknik ve mesleki bilgilerle eğitmeli, mutlaka üretici yapmalıyız. Bu ülke ne kadar üretici ve girişimci ise o kadar hızlı ve çabuk gelişir.
Toplumda hastalığın gerçek nedeni mesleki eğitim ve kişisel girişimden yoksun olmamızdır. Bir diğeri geniş yetkili merkeziyetçi yönetim şeklidir.
Bu orijinal görüşlerin savunucusu Prens Sabahattin 1924 yılının mart ayında yurt dışına sürgün edilir. Ne gariptir ki tüm ömrünü padişah baskısına karşı mücadeleyle geçirmiş olan Sabahattin Bey hanedan soyundan olduğundan dolayı sürgün edilir.
Bundan sonra onun çileli hayatı başlar. Ne selâm veren bir dost ne de kapısını çalan bir arkadaşı olacaktır. Açlıkla, yoksullukla mücadele edecektir. 60 yaşlarında bir İngiliz gemisinde temizlik işçisi olarak çalışır. Vatansız, ilgisiz, acı dolu yıllardır bunlar.
Parasızlığın korkunç felâketi içerisinde günlük gıdasını alamaz. Sonunda İsviçre'de bir dağ köyüne yerleşir. "Neden aç duruyorsun?" diye soran komşularına "Perhiz yapıyorum" diyecek kadar onurlu bir prenstir.
İşte, bu onurlu insan 30 Haziran 1948 günü bir dağ köyünde açlıktan ölür. 1952 yılında kemikleri İstanbul'a getirilir.