Kurucusundan sonra vizyon sahibi, ileri görüşlü, aydınlanmacı bir yönetici çıkmaması en büyük açmazlarımızdan biridir. Her biri; kendi sınıfının, zümresinin, cemaatinin çektiği acılardan dem vurarak geçmişin mirasını hovardaca harcadı. Veya bir başka deyişle geleceği ipotek altına aldı. Acılar üzerine politika yaparken daha kötü acılar yaşatmaktan çekinmedi. Dar görüşlü, hizipçi, kendi sermaye sınıfını yaratmakla uğraşırken, yağma ve talan olağanlaştırıldı. Siyasi etikle ilgili bir dertleri hiç olmadı. Hitap ettikleri ahalinin ruhlarını okşamak adına popülist, makyavelist politikalar uygulamaktan çekinmediler. Ekonomik güç kazandıkça politik güçleri arttı. Önceki vesayeti yok ederlerken, kendi vesayetlerini kurdular. Muhaliflere nefes aldırmamak, her çeşit politik eleştiriyi şeytanlaştırmak, düşmanlaştırmak ve cezalandırmak politikalarının temelini oluşturdu. Bu politik kısır döngü kaynakların çar-çur edilmesi ve derin yoksulluklara yol açtı.

Kan ve intikam duyguları, düşünceleri, uygulamaları toplumsal barışı derinden sarstı. Bazen çığırından çıkan bu bakış ve uygulamalar barış sözcüğünün soruna dönüşmesine, cezalandırılmasına kadar uzandı. Utanç bitti mi? Maalesef barışı uzak diyorlar için istemekte özgür, kendi ülkende istemek suç olmaya uzandı.

Olayların arka planını, geçmişini irdeleyip anlamadan çözümler üretmek mümkün değildir. Şiddetle, baskıyla çözme yöntemi sorunları ötelemektir. Sorunun kendisi çözümsüz bırakıldığından yeni nesiller tarafından tekrar gündeme getirilir. Bu durum yeni baştan kaynakların heba olması, insanların mutsuzluğu, sorunların farklı bir niteliğe dönüşmesi ve uygarlık yolculuğunun kesintiye uğramasıdır. Evrensel değerler ilke olarak benimsenmediği sürece dar bir ulusçuluk anlayışıyla insanlığa ve geleceğine katkı sunmamız mümkün değildir. Her türden inkârın, imhanın ve şiddetin ret edildiği --dünyanın her yerinde ayrımsız-- bir anlayış bir arada, birlikte yaşamı mümkün kılabilecektir. Aksi durum; baruta dönmüş gezegenin ve yaşadığımız ülkenin cehenneme dönüşmesine yol açacaktır. Güçsüzlere, mazlumlara, ezilenlere karşı --şefkat, merhamet dilemiyorum-- göstereceğimiz anlayış ve empati geleceğimizin aydınlığının kapılarını açacaktır.

Yanlış düşüncelerle doğru kararlar verilemez ve olumlu sonuçlar ulaşılamaz.

Değerler; zamana, mekân ve muktedirin gücüne ve anlayışına göre değişkendir. Dünün “kutsalı” ve “dokunulmazı” bugün içi boş laf lakırdılarına dönüştüğü gibi, bugünün “kutsala” dönüştürülen değerleri de aynı akıbete uğrayabilir. Bu nedenle değerler üzerinden kutsallar yaratmak o gün için ahalinin ruhunu okşamaktan başka bir anlam taşımaz. Tabii ki muktedir olanlar bu manevi silahı gücü için sonsuz kullanırlar. Öylesine kullanırlar ki; değerlerinin “kutsallığının” sonsuzluğunu korumak için cezalandırıcı kurallar koyar ve acımasızca uygulamaktan çekinmezler. Amaç gücünü ve iktidarını korumaktır. “Sana çobanlık buyurmuşlar, sen kurtluk ediyorsun. Sana bekçilik buyurmuşlar, sen neler yapıyorsun.” Belki de yöneticileri can evinden, yüreğinden vuracak olan bu sözler körelen, kararan vicdanları birazcık yumuşatır ve insan olma halini hatırlatır.

Halkına onurunu veren kişi ondan birçok fedakârlık isteyebilir. Halk onurunun sağlanmasına karşılık zorluklara, güçlüklere, sıkıntılara katlanabilir. Yoksul kalma pahasına kendisine kazandırılan onurunu korumak için itaat edebilir. Aykırı görse de birçok uygulamayı sineye çekebilir. Önemli olan;politik aktörün veya aktörlerin bu inancı, güveni ve kararlılığı göstermesidir. Sorunlar zamana yayılsa da bir çözüm bulunulacağına olan inanç ve güven halkın sabrıyla ve desteğiyle aşılabilir.