Yüzyıllar öncesi büyük bir deha Allah tarafından insanlığın hakikati hakta araması gerektiği yönünde önce kendi kabilesi ve kendi ırkının azması üzerine yüce gönüllü Muhammet’i doğruluk ve hakikat üzerine bu azgın topluluğa gönderdi. Kendilerini geliştirmeleri ve dünyanın yeniden dizayn edilmesi için önderlik yaparak fikir ve eğitim açısından gelişmesi için büyük çabalar sarf etti. Zaten o dönemler Arap dünyasında gelişen ozanlık ve şairlik bir nevi edebiyatın tüm kapılarını kendilerine aralamıştı. Sadece peygamber efendimizin ufak bir dokunuşuna ihtiyaçları vardı. Her ne kadar Hazreti Muhammed böyle bir dokunuşu yaparak bu millettin doğruluk üzerine ilerleyeceğini düşünmüşse de zamanla gelen yönetimler (Emevi Devleti gibi) Peygambere duyulan saygının aksine onun fikirlerine hurafeliği katarak adeta İslamiyet bir hurefalık diniymiş gibi aksettirildi ne yazık ki.

Bu deha toplumuna neler yapmasını önermişti?

1-İnsanlığa aktardığı bilgilerin yanında İslam coğrafyasının Allah’ı unutmuş ve sapkınlık içinde olan toplumlara karşı hazırlık içerisinde olmalarını ve bunun olması için önce insan haklarına saygılı toplum bilinciyle yaşamaları gerektiğini doğulu erkeklere tebliğde bulunmak için gönderilmişti kainatın efendisi.

2-İçinde kadın ve çocukların önemli birer değer olduğunu anlatan ve aynı zamanda hayatına yansıtan bir nebiydi bizim Peygamberimiz. Kamusal alanlarda kadın ve erkek ayrımı yapılmadan eşit bir şekilde yer almalarını ve bununla ilgili kadınların kendilerini geliştireceği birçok kurs yeri açtırmış ve bizzat kendisi denetliyordu. Aksi durumda devamlı eleştirilerek yoz ve yobazlıkla suçlanacağını biz Müslüman topluluğuna her ne kadar yaşam şekli ve söylemleriyle anlatmaya çalıştıysa; ne yazık ki en ufak bir zerreciğini bugüne gelindiğinde net olarak görmüş ve anlamış şekilde hareket etmiyoruz.

3-Peygamber Efendimiz Peygamberlik makamına erişmeden evvel herkes ondan el-emin olarak söz ediyordu. Dürüstlüğü ve kendisine emanet edilen mal ve paraya hiçbir zaman riyakârlık göstermeden günü geldiğinde insanlar emanetlerini istediklerinde gönül rahatlığıyla alıyorlardı. Nihayetinde kendisine itibar eden ve sözüne güvenen Araplar, çıkarları söz olduğundan Hazreti Muhammed’in Peygamberliğine karşı gelmiş ve mecburi olarak doğduğu topraklardan göç etmek zorunda kaldığında dahi Hazreti Ali’yi geride bıraktığında kendisinde kalan son emanetin sahibine teslim edilmesini söylemişti.

4-Eşleri arasında hiçbir zaman ayırım yapmamış kızdığında ise ya evini ayırmış veya odasını ayırmıştı. Hazreti Aişe’ye atılan iftira Tanrı’dan vahiy gelene kadar bir müddet babası halife hazreti Ebubekir’in evine yollamıştı.

5-Çocuklara karşı hiçbir zaman merhametini esirgememiş; verecek bir şeyi olmadığında çocukların başını okşayıp onları severek mutlu etmeye çaba sarf ediyordu.

6-Peygamberimizin en çok üzerinde titizlikle durduğu başka bir konuysa; dul ve yetim mallarının diğer aileler tarafından kullanılırken hakka riayet etmeleri ve bu yetimlerin malları çocuklar akıl bari olduklarında aldıkları şekilde teslim edilmesinin dinen uygun olduğunu söylemiş olması. Dul kalan kadınların mirastan pay almalarının sağlanması ve nefis açısından evlenmek isteyen kadınlara izin verilmesini insanlara tebliğ etmişti. Sonuçta Arap kadınlar dışlanıyor sadece doğurganlıkları ve cinsel amaca hizmet eden varlıklar olarak görülüyorlardı Arap erkekleri tarafından.

7-Savaş alanında alınan ganimetlerin eşit bir şekilde pay edilmesini ve kimsenin mahrum edilmemesi için önemle üzerinde titriyordu.

Çünkü hak, hukuk ve adalet gözeten şimdikilerin deyimiyle vatandaşları arasına demokrasi kılıcını geliştirmiş yüce bir liderdi. Peki ne oldu da Hazreti Muhammed’ten sonra gelişen İslamiyet bir anda menfaat ve çıkar güdenler için kolay yutulur bir malzeme haline getirildi ve herkesin İslamiyet’i yozlaştırmasına neden olmuştu. Aslına cevabının tek bir açıklamayla netleştirebiliriz! “Çıkar ve menfaat.”

İnsanların doymak bilmeyen nefisleri ve dünyaya aşırı şekilde tabii olmaları. Yani dünya hem mekân hem iman ve bu imanın fırsata çevrildiği bir hal almış olması. Büyüklerimizin dediği gibi dini imanı para olmuş; biz sonradan gelen Müslümanların açgözlülükleri yüzünden alta kalanın canı çıksın denerek birilerinin sırtından adeta İslamiyet’i oyuncak ederek kullandılar ve zengin olmanın yolunun buradan geçtiğine karar verildi ne yazık ki.

Bugün gelinen noktada insanlar bırakın acımayı sizin kendilerinde olan emanetlerini inkâr eder hale geldiler. Hak, hukuk ve adalet sadece kağıt üzerinde kalan bir söylemden başka bir şey değil artık. Yetim hakkı gözetilmiyor. Dul kadınlar tıpkı kasaptaki bir hayvanın etine bezenmiş durumda ağızları sulandırmaktan başka hiçbir anlam taşımıyor. Oysa bu kadınların koruma altına alınmaları sıkıntıları giderilmeli. İş isteyene iş sağlanmalı. Evlenmek isteyenlere bu konuda yardımcı olmak ve yuvalarını kurmaları sağlanması gerekli. Ayrıca malı mülkü koruma altına alınmalı ve nasıl kullanmaları gerektiği hususunda yön gösterilmeli. Çocuklarımızın eğitimini devlet eliyle almaları ve bilime sanata kültüre katkı sağlamaları için önayak olunmalı. Ha şunu da söylemem gerekirse; eğitim ücretsiz olmalı ve öğrencilere belli bir maaş bağlanmalı. Bugün ailesinden yardım alamadığı için etini satmak zorunda kalan kızlarımız olduğunu unutmamak gerekli. Bence bu da biz Müslümanların en büyük ayıbı sanırım. Bu yüzden de devamlı bizim peygamberimizin görüşleri ve söylemleriyle bağdaşmayan bir yaşam şeklini benimseyerek kukla bir hayatı seçtik ve bizi nereye sürseler ve bize ne deseler inandık. Çünkü doğru söylüyorlardı! Onlar Allah dostu, Allah yolunda giden Peygamberi örnek alıp onun hayatını yaşayıp yaşatmak isteyen zümreler olarak hep karşımıza çıktılar. Bunun içinde şimdi olduğu gibi geçmişte de sorgulamadık ve itaat etmeyi seçtik. Bize ailelerimiz tarafından verilen öğüt ve anlatılan buydu. Saygılı bir Müslüman olmak! Peki olduk mu? Evet olduk ve böyle olduğumuz içindir ki bizim tepemize haçlılar hep binip yumruklarını eksik etmiyorlar.

Akşam otururken Filistin’le ilgili can acıtıcı haberleri dinlerken bir anda namazlarda saf tutmayla ilgili Peygamberimizin “safları sıkı tutun aranıza şeytan girmesin” dediği aklıma geldi. Bunu söylerken hiç görmediğimiz muhatabımız olduğunu düşündüğümüz şeytandan mı bahsediyordu? Ya da bize İslam dünyasına acaba bir mesaj mı veriyordu? Çünkü bugün bakıldığında; sırtlanlar gibi İslam dünyasına saldırmak için bekleyen şeytanları ve onların uşaklarını görünce bana sanki Peygamber Efendimiz dâhiyane zekâsıyla bize sanki bir mesaj vermekteydi. Çünkü çok zeki ve ileriyi gören Hazreti Muhammet bugünlerin geleceğini ve olacakları görmüştü. O yüzden çağın son Peygamberiydi ve Allah’ın kendisine ayrıcalık tanımasına neden olmuştu. “Safları sıkı tutun” derken namazda safları sıkı tutun anlamında dediğini hiç sanmıyorum. İslam dünyasına birliği beraberliği ve sadık birer dost gibi davranmayı aksi durumda parçalanmaktan söz ettiğine eminim. Acaba bunu demekle bugün Ortadoğu’da dökülen kanların neden olduğu kendimizi yalnızlaştırıp hanemizin içindeki disiplini birlik ve beraberliği sağlayamadığımızı bizlere anlatmış olmasın.

Siz eğer dışarıdan gelecek tehlikelere karşı birlik beraberlik içinde hareket etmeyip düşmanlarınızla dostane ilişkiler kuruyorsanız ki bunu --Peygamberimiz 1600 yıl önce söyleyerek İslam dünyasını uyarmıştı.--

Evinizde sizin için önemli olan konularda ailenizle değil de düşmanlarınızla kol kola girerek onlarla istişare ediyorsanız ve bunlardan dostlar edinirseniz ve onlarla iş birliği içine giriyorsanız bu aileniz ve sevdikleriniz için çok büyük bir handikap doğurur mu demek istemişti acaba?

Bence bunu defalarca oturup düşünün ve karşınızdaki şeytana karşı birlik ve beraberlik içinde savaşın demiştir. Evet bu çok zor görünebilir. Ama bunun olmaması içinde bir sebep görmüyorum. Bugün laik demokratik olarak her alanda batıya ve Amerikan sistemine kafa tutan bir Türkiye var. Neden büyükİslam birliğini kurarak birliği beraberliği sağlamıyorsunuz? Peygamberimiz Hazreti Muhammet’in de dediği gibi safları neden sıklaştırmıyorsunuz?