Uygarlık, yazıyla başlamış yazıyla sürüp gitmiştir. Ulusları, toplumları, bireyleri yaratan temel yapı taşı da yazıdır.

Uygarlık, yazıyla başlamış yazıyla sürüp gitmiştir. Ulusları, toplumları, bireyleri yaratan temel yapı taşı da yazıdır. Dinlerin, dillerin, ülkelerin belirleyicisi olan yazı, sanatın, politikanın, bilimin, teknik ve teknolojinin de esası olmuştur, İnsan, yazıyla özdeştir.
Yazıyı yok saydığınız zaman uygarlığın dili ve sözü kalmaz. Yetim bir uygarlık ise, uygarlık değildir. Yazı, şiirin, edebiyatın, tiyatronun, acının ve sevincin, saygının ve düşmanlığın özdeşidir.
Yazı, düşüncenin aktarım aracıdır. İletişimin temel unsurudur.
Yazı ve düşünceden, kitaptan rahatsız olan diktatörlerin ilk kez bunlarla mücadele etmeleri de bu yüzdendir. Yazı, meyve, sebze, kuru yemiş gibi bitirilen, tüketilen bir nesne, varlık değil ki. Bir kitap, bir şiir, bir masal, bir deneme, makale, tiyatro eseri, öykü, roman, anı, mektup...okunup çöplüğe atılmıyor. Milyonlara, milyarlara ulaşıyor.
Aldığın bir kilo domatesi yer, bitirirsin, yemek yaparsın, o kadar. Ama aldığın bir kitap öyle mi? İki kilo şeftaliyi arkadaşlarınla paylaşır bitirirsin, iki ekmek, birkaç salatalık ta öyle. Ama kitap, kitap öyle mi? Çağlara kalır. Kuşakları sarar sarmalar. Yüzyıllara hükmeder, torunun torununa kalır. Onu da aydınlatır. Aydınlığı bitmez kitabın.
Montaigne'ye göre "insanda erdem ve çıkar kefesi vardır.
Bir terazinin kefeleri gibi. Bilgi, bilim arttıkça erdem kefesi aşağı iner; para, sermaye çoğaldıkça da çıkar kefesi aşağı iner kefesi yukarı çıkar." Önemli olan bunları, erdem ve çıkarı dengede tutmaktır. Bizim iş adamlarımızdan Eczacıbaşı buna örnek teşkil ediyordu .Çıkar ve erdemi dengede tutmak! Bugün toplumda çıkar dengesi baskın geldiğinden kitap ve okumanın yerine görsel sanatlar almaktadırlar. Görsel yayınlar baskın gelmektedirler. Televizyon, zaten kıt kanaat kendine bir küçük yer bulmuş olan kitabı, dergiyi kovmuştur
Evlerin köşe bucağından. Kitaba dayalı olmayan kültür, yoz, kaygan ve uçucudur. Görsel kültürü, bir başka görsel kültür siler atar. Çünkü yerleşik değildir. Oturmamıştır. Bunun için de toplumumuz, şu veya bu kültürün, politikacın med-ceziri arasında bocalamaktadır. Nice zenginler, hali vakti yerinde olan insanlar tanırım, hayatlarında bir tek kitabı baştan sona okumamışlardır. Hatta bunlardan biri okumamakla övünmeyi kendine göre "onur" sayıyordu.
Tüccar, tacir takımına ,sıradan aydınlara, sığ yalınkat aydıncıklara üste para da versen gene okumazlar .Araştırmazlar .İncelemezler .Üstelik te memleket, dünya meselelerinde ahkam keserler. âlim olurlar. Mangalda kül bırakmazlar. Bilgi sahibi olmadan çözüm üretmeye kalkarlar. Kahvehane, meyhane kültürünün yeterli olduğuna inanırlar. Öğretmenler, ders kitabı seviyesine inecek kadar bilgisizleşmişlerdir. Okul kitaplıklarında 40 yıldır katı açılmamış, kesilmemiş kitaplar var. Toplum, yozlaşmaya doğru koşar adım gidiyor.
İnsan beynini birkaç koldan kuşatan okuma hassasına önem vermediğimiz sürece kalkınmamız bir hayaldir. Kalkınmanın fikri temelleri, kültür temelleri oluşmadan ekonomik kalkınma, teknolojik devrim yapmak mümkün değildir. Sosyal kalkınmanın motoru kitaptır, okuma alışkanlığıdır. Her evde, her okulda, her semtte bir kitaplık oluşturmak, ulusumuzun, devletimizin temel felsefesi olmalıdır.0 zaman, sevgiyi de, saygıyı da, hoşgörüyü de yakalamak mümkün olacaktır.0 zaman, kahve tarayıp yirmi üç kişinin ölümüne neden olan vahşileri de üretmemiş olacağız. Toplum, kitapla özdeşleşip uygarlık yolunda koşmaya devam etmedikçe, insan haklarından, demokrasinin ilkelerinden bahsetmek ve bunları hayata geçirmek son derece zor olacaktır. Seneca'nın dediği gibi, "kitapsız yaşamak, kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.'' Diplomalı cahil
Ordularından, ancak hayat boyu okuma alışkanlığı ile kurtulabiliriz. Ülkemiz, insanımız, gerçek özgürlüğe o zaman kavuşacaktır. Çünkü “güneş dünyayı, kitap insanları aydınlatır.” Aksi halde dünyamızı insan ciğeri, böbreği yiyen; canlı bombalardan, bu vahşi sürülerden, terörizm belasından kurtaramayız! Kur’an “oku!” emriyle başlar!..