Bizler unutsak te ülkemiz maalesef deprem bölgesinde yer alan bir ülke. İşte ülke olarak dün yine büyük bir depremle uyandık. Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde 7,7 büyüklüğünde büyük bir deprem yaşadık.

İnşallah ülke ve millet olarak bu felaketi en az hasarla atlatırız.

Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Enkaz altında kalan vatandaşlarımızın da kısa sürede kurtarılmalarını temenni ediyorum. Depremi hisseden tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Rabbim tekrarını yaşatmasın inşallah...

2023 yılının bir ayını da bitirdik, ikinci ayına girdik.

Malum asgari ücret 8500 lira oldu. Çalışanlar şimdilik mutlu, işverenler mutsuz.

Doğru, günümüzde her şey pahalanıyor, insanların alım gücü giderek düşüyor.

Öyle asgari ücret alan birinin; sinemaya, ya da tiyatroya gitmek, dergi okumak, kaloriferli evde oturmak, taksiye binmek, ekmek dışında yiyecekler almak, otomobil sahibi olmak, hatta kiracı ise çocuk yapmak gibi istekleri de yok gibi…

Asgari ücretlinin günümüzdeki durumu böyle ne yazık ki!..

Ama bu çalışanlar açısından doğru bir gerçek.

Ya bu ücreti ödemek zorunda olan küçük esnaf ve sanatkârların durumu?

Yanında çalıştırdığı bir kişinin maliyetinin 15 bin liraya yaklaştığı günümüzde Kırşehir gibi küçük bir ildeki esnaf ve sanatkârın kaç kişi çalıştırabileceğini bilen ya da düşünen var mı ki?

Doğru dürüst iş yapamayan, gelir ve gideri birbirini karşılamayan, hatta yanında çalıştırdığı çalışan bir asgari ücretlinin aldığı parayı bile kazanamayan esnafın durumunu bilen var mı ki?

Yani yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal hesabı herkes kendine göre haklı.

Çalışan da, çalıştıran da kendine göre haklı.

Hükümet bu yıl enflasyon hedefini tutturamadı, döviz kurlarındaki artış, vergi ve zamlar halkın alım gücünü düşürdü, maaşlara yapılan artış kimseyi memnun etmedi.

Yani anlaşılan o ki 2023 yılında toplum olarak hepimiz biraz daha kemer sıkacağız, hem de ne sıkma!

Başka çıkış yok!

Peki kemer sıkan ya da sıkmak zorunda olduğunu anlayıp yerine getiren olur mu?

Ben sanmam!

Düşünebiliyor musun bir kişi asgari ücret maaş alıyor, piyasaya binlerce lira borçlu!

Çık işin içinden nasıl çıkabilirsen.

Kredi kartı yaşam biçimi olmuş. Kartsız yaşayamıyor. Bir bankadan aldığı kredi kartını diğer bankadan aldığı kredi kartıyla ödüyor. Böyle olunca da borç katlanarak artıyor.

Birkaç gün önce bir haber kanalında izlemiştim. Kredi kartlı borçlusu olup ta icralık olanların sayısı bilmem kaç milyon kişiyi geçmiş durumda. Çünkü kazandığının iki katı her ay harcama yapan birisinin bu borçtan kurtulması mümkün olmuyor.

Haydi evli, çoluk çocuğu olanlar geçim derdinde, kurtuluşu kredi kartına bağlamış öyle gidiyor. Borç batağından kurtulamıyor.

Ya bekârken bu kadar borçlu ve sıkıntılı ise vay halimize vay! Evli, çoluk ve çocuğu olanlar yandı!

Giyimi, kuşamı, makyajı, son model telefonu o biçim, ama borç batağından çırpındığının farkında bile değil!

Hani atalarımızın bir sözü vardır:

“Ayranı yok içmeye, taht-ı revanla gider …çmaya!..”

Aynen böyle!

Ya kirasını ödeyemiyor, ya çocuklarına kılık-kıyafet, yiyecek alamıyor, ama her gün kafa çekmenin, lüks otomobile binmenin derdinde!

Yok böyle bir şey!

Hayat böyle devam etmez tabii…

Şöyle Kırşehir’e bir bakıyorum, asgari ücretin altında maaş alıp, kendi yağıyla kavrulan da var, ana babasının desteğiyle gül gibi geçinip ev-bark sahibi olan da var…

Diğer taraftan devlet memuru olup, neredeyse iki asgari ücrete denk maaş alıp ta geçinemeyip, onu bunu dolandıranların da olduğunu yakından biliyoruz.

         Yeni yıla girmemiz nedeniyle sağ olsun eş-dost ve arkadaşlarımız ziyaretimize geliyor, sohbet ediyoruz ve sohbet dönüp dolaşıyor ekonomide kilitleniyor.

Herkes ekonominin iyi olmadığını, geçim şartlarının günden güne güçleştiğini, para kazanamadığını, hatta işyerlerini kapatmaya kadar gideceklerine vurgu yapan o kadar çok ki...

Bakın bir hemşehrim bu konuda endişelerini ve üzüntülerini dile getirirken, neler söylüyor, neler…

         “Biz babamızdan, dedemizden öyle gördük, sabahın ilk ışıklarıyla, hatta sabah namazından sonra işyerimizi besmele ile açıyoruz. Çoluğumuzun, çocuğumuzun, çalışanlarımızın nafakasını çıkarıp, üç-beş kuruş kazanıp muhannete muhtaç olmamaya çalışıyoruz. Ama işlerimiz çok düştü. Bazen günlük masrafımızı bile karşılayamıyoruz. Sattığımız malı geri tereğimize koyamaz oluyoruz. Çekimizi, senedimizi, işyeri kiramızı, çalışanlarımızın aylığını ödemekte büyük sıkıntı çekiyoruz. Yani kıvranıyoruz, her şeyden tasarruf ederek, sahtekâr durumuna düşmemek için borcumuzu ödemeye gayret ediyoruz. Hatta geçmiş yıllarda kazandıklarımızı satıp borçlardan kurtulmaya çalışıyoruz. Ama şöyle bakıyorum yanımızda çalıştırdığımız insanlara senden benden daha lüks yaşıyor, piyasaya, bana bir sürü borcu var hiç tasarruf nedir bilmiyorlar. Oysa biz onlara makinelerimizi, dükkânımızı bırakıp gidiyoruz, güven duyuyoruz. Ama onlar ya makinelerimize büyük zarar veriyor, ya da bize. Kafasına göre işe gelip, gidiyor, sesimizi çıkarmıyoruz. Ben yılda bir gün izin kullanmıyorum, o canı isteyince kendine izin veriyor. Çünkü biz kimiz ki izin alacak! Maaş günü gelmeden avans istiyor. Verince iyi, yok deyince bozuluyor. Yapılan bütün iyilikleri bir kalemde unutuyor. Bazen öyle canımız sıkılıyor ki neredeyse işyerimin kapısına kilit vuracağım. İyilik yapıyorsun, nankörlük ediyor. Yardımcı oluyor, destekliyorsun anlamıyor. Hem kel, hem hodul. Cebinde beş kuruş parası olmasa da kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Neredeyse kanser olacağız. Vallahi bütün çalışanları çıkartıp, kendim yapabildiğim kadarıyla iş yapmak istiyorum. Ama olmuyor, Kırşehir küçük. İflas etti, kapattı diye dedikodunu yapacaklar…”

Evet, maalesef böyle işte…

İnsanlığın, iyiliğin, ahde vefanın bittiği bir dönemden geçiyoruz.

“Benden sonrası tufan” diyen, iyiliğin karşılığını nankörlükle gören nice büyüklerimiz var.

Yeni nesle ders verirler, uyarırlar, “iyilik yapmayın!” derler.

Ama insanız işte olmuyor, vicdanın rahat etmiyor yapıyorsun. Karşılığında sadece bir teşekkürü bekliyorsun o da olmuyor maalesef!

Hani derler ya “İyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir!” diye…

Elbette bir kişiye yaptığın iyiliklerden dolayı bir karşılık beklemek doğru değil. Yaptığın iyilik boşa çıksa da, kıymeti bilinmese de iyilik yapmaya devam etmek doğrudur. Çünkü yapılan iyilikleri Yüce Allah görüyor. Bu davranışından dolayı bu dünyada olmasa bile öbür dünyada mutlaka ödüllendireceğine inananlardınız.

Ama bazen oluyor ki yaptığı iyiliklerin karşılığında kötülük, nankörlük olarak görenlerin nasıl dizlerini dövdüklerini de görüyor ve çok iyi anlıyorum.

Zaten iyiliğin karşılığını nankörlükle gösterenlerin iki yakasının bir araya gelmediğini, evinde ve işyerinde hiçbir huzurları olmadığını da görüyoruz.

Elbette arpa eken, buğday biçmez. Her şeyin bir sebebi vardır. İnsan da yaptığının karşılığını bulur. Bu nedenle kendimiz ne bulmak istiyorsak başkalarına da onu sunmalıyız. Kötülük yaptıktan sonra iyilik beklemeye hakkımız yoktur. Bir belâ veya kötülükle karşılaştığımız zaman hemen kendi iş, niyet ve davranışımızı gözden geçirmeliyiz. O işin başımıza gelme sebebini düşünmeliyiz. Çünkü yaşadıklarımız, bizim önceden yaptıklarımızdır. Yaptığımız iyiliğin bir gün mutlaka bize ve topluma faydası olur. Kötülük yaptıktan sonra iyilik beklemek hayal olsa gerek.

Biz yine de ne olursa olsun iyilik yapmaya devam edelim ki, o nankörler belki bir gün utanır, sıkılır ve vicdana gelir diye düşünüyorum.

Gerisi mi? Allah’a havale…