“Kırşehir Çiğdem” Gazetesi olarak Kırşehir’in sorunlarını gündemde tutarken, ilimizi yönetenlere karınca kararınca önerilerimizde bulunurken çok ilginç olaylarla karşılaşıyoruz. “Kırşehir Çiğdem” Gazetesini herkes bilir.
“Kırşehir Çiğdem” Gazetesi olarak Kırşehir’in sorunlarını gündemde tutarken, ilimizi yönetenlere karınca kararınca önerilerimizde bulunurken çok ilginç olaylarla karşılaşıyoruz.“Kırşehir Çiğdem” Gazetesini herkes bilir. “Kırşehir Çiğdem yazmışsa doğru yazmıştır” diye herkeste bir güven vardır.
Çok şükür gazete olarak bir itibarımız var. Kimse “Kırşehir Çiğdem”in sahiplerini, yazar ve çizerlerini, çalışanlarını şu ya da bu haksızlığın, hırsızlığın, yolsuzluğun, tehdit ve şantajcılığın yanında bulamazlar, göremezler.
Bunu herkes böyle bildiği için gazetemizde yayınlanan her haberi tek tek ayrıntısına kadar, doğruluğuna kadar araştırdıktan sonra yer veriyoruz.
Biz başkaları gibi falan filan haber sitelerine girip kopya yapıştır gazetecilik yapmıyoruz. Yalan, yanlış haberlerle okuyucularımızı yanıltmıyoruz.
Biz her sabah oturup adam gibi haber ve yorumlarımızı yazıyor, fotoğraflarıyla birlikte büyük uğraş ve çabalarla gazetemizde yer veriyor, internet sitemizde yayınlıyoruz.
Zaten bizim yapmamız gereken gazete olarak da bu…
Ancak üzülüyoruz çoğu gün…
Neden mi?
Emek vererek, büyük uğraşlarla yazdığımız haberlerin, çektiğimiz fotoğrafların bir gün sonra diğer gazetelerde yer almasını da içimize sindiremiyoruz.
Bu öyle hal aldı ki, kendini gazete olarak, gazeteci olarak görenler oturdukları yerden, hiçbir emek ve çaba harcamadan bizim haberleri kopyalayıp, yapıştırarak gazete ve gazeteci olarak, resmen emek hırsızlığı yaparak ortada dolaşıyorlar!
Defalarca Kırşehir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’ne bildirmemize rağmen bu emek hırsızları bildiklerinden geri kalmıyorlar, kopyala yapıştırla işlerini yürütmeye devam ediyorlar.
Yeter artık!
Bıktık artık!
Her gün şikâyetçi olmaya, her gün bunları yaşamaya…
Benim yazdığım özel haberleri ya da Yazı İşleri Müdürümüz Gülnaz Ceylan’ın yaptığı özel haberleri sanki kendileri yazmış gibi kullanan kopyala yapıştırıcılar var Kırşehir’de…
Yine Spor muhabirimiz Salih Hançer soğukta sıcakta, Kırşehir’de ve yüzlerce kilometrelik uzaklara gidiyor, maçları takip ediyor, fotoğraf çekip haber yapıyor. Bizim Kırşehir’de sıcak yataklarında, kuruldukları koltukta parmaklarını oynatmadan bir tuşla haberlerini, fotoğraflarını kopyalayıp yapıştırarak gazetelerinde, internet sitelerinde sanki kendileri yazmış, kendileri çekmiş gibi haber ve fotoğrafları yayınlıyorlar!
Ne bizden, ne de haberi yapanlardan izin dahi almadan bu işi yapıyorlar!
Yukarıda da belirttiğim gibi defalarca Valilik Basın ve Halkla İlişkiler Müdürümüz Sayın Osman Demir’e ve görevli memurlara bu sıkıntılarımızı sözlü olarak aktardık. Hepsi de bizim halkı olduğumuzu, ama bu konuda fazla bir şey yapamadıklarını, dilekçe ile bildirmemiz gerektiğini söylüyorlar ve hemen şunu da ilave ediyorlar “Ne yapalım haberin bir başlığını değiştirince bir şey yapamıyoruz!” diyorlar.
Ne yapalım şimdi?
Bütün işimizi gücümüzü bırakıp elimizde dilekçe ile Valiliğin, ya da Savcılığın kapısını mı bekleyelim?
Madem siz öyle buyuruyorsunuz. Biz de matbu bir dilekçe hazırlayarak artık her gün Valiliğin, Savcılığın kapısını bekleyip emek hırsızlarını şikayet edeceğiz! Hakkımızı sonuna kadar arayıp davacı olacağız. Bu konuda bir avukata vekalet verdik. Artık yasal haklarımızı araması için ona yetki veriyoruz.
Buradan ikinci ve üçüncü şahıslara duyuruyoruz. Bundan sonra meslektaş, arkadaş, dost demeyeceğiz. Kim haberlerimizi, kim fotoğraflarımızı izinsiz alıp gazetelerinde, internet sitelerinde kullanırsa davacı olacağımızı bildiriyoruz.
Eh artık lütfen sizde biraz kafa yorun, bizim gibi 15 adam çalıştırın. Haber kaynağına yerinde ulaşın. Yok öyle iki-üç kişiyle oturduğunuz yerde gazetecilik yapmayın!!!
***
Sen neymişsin be Ramazan!
Benim 40 yıllık arkadaşım Ramazan Karabulut’u Kırşehir’de herkes Alaattin Kitap Kırtasiye’nin sahibi, sessiz, sakin, dürüst, çalışkan biri olarak bilir. Dedikodudan, fesattan uzak bir yapısı vardır.
Onun öyle kötü yanlarda bezi olmaz. Haksızlığa, hırsızlıklara, vurdumduymazlıklara karşı olduğunu, doğru ve dürüst olduğu her alanda hakkını aradığını benim gibi kimse bilmez.
Cesurdur, merttir, gözünü budaktan esirgemez…
Zaten bütün şartları bana uyduğu için arkadaşlığımız, dostluğumuz 40 yıldır devam eder.
Ben de bu nedenle onu basın danışmanlığıma getirdim. Şimdi bu zamanda böyle şartlar kimde var ki?
O sözünde sadık, verdiği her sözü anında yerine getirir. Ama bana verdiği bir sözü kaynana korkusundan dolayı bir aydır yerine getiremedi ama olsun o sözünde durur. Zaten durmazsa yazacağımı da iyi bilir.
Böyle bir yapıya sahip arkadaşım Ramazan Karabulut’un şakacı, gırgır ve şamatacı olduğunu benim gibi birkaç yakın arkadaşı dışında kimse bilmez.
Bizim Ramazan geçen yıl, benim gibi kankisi olan arkadaşımız Servet Beydoğan’ın bir gömlek firmasının beleş davetlisi olarak İtalya’ya gideceğini öğrenir öğrenmez harekete geçmiş. Bulduğu İtalyan dergilerini Servet’in dükkanının kepenkinin altından atmaya başlamış. İtalya’nın neyi meşhur, nereleri gezilir onları anlatan fotoğrafları broşürleri internetten indirerek her gün kepenkin altından başlayan Ramazan “Oğlum Servet bize İtalya’dan ne getireceğin?” diyerek birkaç kez takılıp konuyu kapatmış. Çünkü o alacağı sözü almış, geriye çekilmiş.
İtalya hazırlıklarına koyulan, pasaport, vize vs işlemleri yapan Servet Beydoğan’ı bir gün İtalya Konsolosluğu’ndan bir görevli telefonla arayarak eksik belgelerini tamamlaması gerektiğini söylemeye çalışmış.
Telefondaki konsolosluk görevlisini arkadaşı Ramazan Karabulut sanan –Çünkü Ramazan bu tür şakaları çok yapar—Servet Beydoğan başlamış görevliye dan dun etmeye “Eeeee…Hadi ordan, yavşak, puşt, dana!!!” diye sözler sarf etmeye…
Konsolosluk görevlisi şaşırmış ve kendisine böyle sözler sarf eden Servet’e “Sen ne diyorsun be kardeşim? Ayıp ya! Ben konsolosluktan arıyorum, eksik belgelerini istiyorum, sen bana hakaret ediyorsun” deyince bizim Servet anlamış yaptığı yanlışlığı ve başlamış “Abi özür, seni ben başkası sandım. Elini ayağını öpem, hata benim, kusur benim, bin defa özür!” demiş de İtalya’ya son anda gidebilmiş.
Ya Servet kardeşim, şimdi ikide bir Ramazan’a kızıyor, “oğlum senin yüzünden başıma neler geldi. Böyle şaka mı olur?” diyerek zırlıyormuş.
Burada doğru doğruya diyeceğiz. Burada benim basın danışmanım Ramazan Karabulut’un ne suçu, ne günahı var?
Servet düşmüş oltaya, bilip bilmeden, tanıyıp tanımadan elin konsolosluk görevlisini kalaylamış, sonra da suçu başkasına atıyor.
Atma kardeş, suçlusun sen!
Bak ayağını denk al Ramazan yine seni oltaya düşürmesin. Sonra merginofa yemiş balık gibi ortalıkta dolaşmaya devam edersin!
Biraz da gülelim!
Kayserilinin Prensibi
Kayserili bir genç yeni işe başlamış. 1 aylık çalışma sürecinin sonunda ilk maaşını almak için bankamatiğe gittiğinde anlaştıkları maaşın 300 TL üzerinde bir ücret yatırıldığını görmüş. Hiç sesini çıkartmadan, sevinerek maaşı çekmiş. Aradan bir ay daha geçmiş. Tekrar maaşını çekmeye gitmiş, bakmış bu seferde 150 TL eksik yatmış.
Hemen muhasebeye gidip itiraz etmiş.
“Neden maaşım eksik yattı” diye.
Bunun üzerine muhasebeci “Neden geçen ay 300 TL fazla para yatırdığımızda itiraz etmediniz de, şimdi eksik yatınca itiraz ediyorsunuz” demiş.
Adam sakince cevap vermiş:
“Prensibimdir ilk hatayı her zaman affederim” :)
Sevdiğim bir söz
İnsanların başaramadıkları şeylerin yarısının sebebi, başlama cesaretin gösterememeleridir.” James Northcote