Bu yaz Kırşehir’de çok sıcak günler yaşadık. Biz Anadolu insanı sıcaklara alışık değildik.

Bu yaz Kırşehir’de çok sıcak günler yaşadık.
Biz Anadolu insanı sıcaklara alışık değildik. Ama ne yazık ki iklim bozuldu, tabiat bozuldu, mevsimler değişti.
Bazen kışları yaz, yazları kış havası yaşıyoruz.
Kırşehir’de kalmadı artık eskisi gibi bağlar, bahçeler…
Üzüm salkımıyla, yüklenmiş meyvelerle kırılan ağaçlar yok artık…
Yazımı yazmak için oturdum yine bahçemde, yalnızım.
Mevsim artık sonbahar…
Yine böyle bir sonbahar günü kaybetmiştik ünlü ozanımızı, Kırşehir’in onuru Neşet Ertaş’ı…
Yanı başımdaki radyoda ne güzel söylüyordu sanatçı…
“Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgâr…
Bütün kuşlar vefasız…”
Mevsim artık sonbahar…
Günler hızla geçip gidiyor.
Daha dün aramızda olan, birkaç kez birlikte olduğumuz, beraber yediğimiz, içtiğimiz, Kırşehir’in ünlü bozlakçısı, Neşet Ertaş’ı kaybedeli beş yıl olmuş…
Hayat böyle bir şey olsa gerek…
Bugün varız, yakın yokuz.
Kimimize göre mevsimlerin en güzelini yaşamaya başladığımızın farkında bile değiliz.
Tabiat ananın doğurganlığı ile biz insanoğluna sunduğu en güzel ve en olgun, en şıralı günleri ıskalıyoruz.
Toprağın bereketi ile güneşin sıcaklığı ile buluştuğu Akdeniz’de nar, Anadolu’da elma toplama mevsimindeyiz.
Sapsarı şırası ile leğenlerde kaynatılıp pekmez, fıçılarda şaraplanacak bağ bozumu ile üzüm günlerindeyiz…
Turkuaz renkli yağların damla damla sızdığı Ege’de, Marmara’da zeytin toplama ayındayız.
Ama bir nar yüzlü, bir üzüm gözlü zeytin aydınlığındaki gençlerimizi de toprağa vermekle de meşgulüz.
Harmanların savrulduğu, sapla samanın ayrıldığı, buğdayın koşar adam değirmene gideceği günlerde olduğumuzu çocukluğumuzdan beri unutamadığımızı hatırlarım.
Küçük bir yabayla ceçteki sapla samanı ayırt edebilirken bin bir türlü aletle; siyasetteki sapla samanı ayırt etmekten yoksunuz ne yazık ki…
Yoksunuz, çünkü vatan uğruna şehitler verdiğimiz gencecik bedenleri toprakla harman etmekten buna fırsat bulamıyoruz.
Zor zamanlardayız…
Akıl çağında akıl tutulması yaşıyoruz.
Ülkemiz yıllar önce böyle miydi?
Kırşehir’imiz yıllar önce böyle miydi?
Birlik ve beraberlik bağlarımız en üst seviyede idi…
Bağlarımız, bahçelerimiz meyvelerle dolar taşardı.
Üzümü sıkarak şırasını akıtma yerine, gencecik vatan evlatlarını sıkarak kanını akıtıyorlar.
Narı parçalayıp tanelerini ayırmak yerine gencecik bedenleri parçalıyorlar, parçalatıyorlar.
Zeytinden yağ çıkarmak yerine gencecik insanları, kınalı kuzuların ruhunu çıkarıyorlar.
Dedim ya, akıl çağında şaşılası bir akıl tutulması yaşıyoruz.
Gül yüzlü gençlerle, çiçek yüzlü genç kızları harman yerinde, üzüm bağında buluşturmak yerine;
Mayınların başında,
Silâhların gölgesinde,
Roketatarların kızağında buluşturuyorlar.
Beyinleri yıkanmış, insanlıkla ilgisi olmayanlar tarafından…
Bununla da yetinmiyorlar bir adım ötesine iterek musalla taşında kavuşturuyoruz.
Şimdi bir üzüm bağında, ya da nar bahçesinde sırt üstü yatmak yerine binlerce ipil ipil yanan lacivert gecenin yıldızlarını saymak vardı.
Ya da toprak damın üstüne uzanıp dudaklarımdan dökülen hasret türküsünü tütün yaprağına sararak sıla hasreti çeken gençlere göndermek vardı.
Öyle ya kimi bölgelerde tütün zamanı.
Öyle ya kimi bölgelerde tütün zamanı.
Kim bilir kaç kere Kırşehir’deki bahçemde ağaçların altında dışarıda yatmış, o keyfi yaşamıştım.
Şimdilerde tetik çekmekten, nasırlaşmış, bozulmuş gencecik narin parmakların körpe tütün yapraklarını kırarken yaprak dibinin çıkardığı çıtırtıyı ben de tesadüfen yaşamıştım.
Bir yanda elmaların, bir yanda üvez ve üzüm hevenklerinin sıralandığı samanlıklarda burnuma dolan tozların hapşırıkları arasında sarının yeşile uzanan renk armonisini seyretmeyeli çok uzun yıllar oldu.
Mevsimlerin en güzelini ıskalıyoruz, farkında değiliz.
Bağında ballanmış üzümün, dalında çatlamış narın keyfini unutturdular bize…
Hepsi anılarda kaldı.
Ama ben inanıyorum…
Bir gün bu ülkenin tüm kültürlerine ait insanlarla birlikte güneşi içinde hapsetmiş şarapla nar pekmezi eşliğinde ocak başlarında oturup muhabbet edeceğiz.
Özlemim var hep zemheri ayında hevenkten üzüm, çanaktan peynir, yufka ekmekle yediğimiz günleri özler dururum hep…
O günler çok uzak olmasa gerek…
İnanın başka bir dünya mümkün…