Siz hiç geçmişin sessiz çığlıklarına kulak verip dinlediniz mi?
Ben bugün öyle yaptım.
Nasıl mı?
Pek çok değerli Kırşehirli hemşehrilerimiz ve sevgili okurlarım beni zaman zaman uyarıyorlar. “Bildiklerini, duyduklarını, öğrendiklerini yaz. Unutulmasın, gelecek nesillere kalsın” diyorlar.
Ben de öyle yapıyorum.
Kırşehir’de geçmişte yaşanmış, yaşanan bütün bu güzellikleri yaşatanlar kalmamış, o güzel insanları bilenler, tanıyanlar arasında benim değerli dostlarım vardı.
Bir Hacı Mehmet Gülten, bir Ahi Baba Mustafa Karagüllü, bir Hakkı Göçen, bir Mehmet Metintürk daha başka dostlar yok artık, kaybettik onları.
Onlar benim kadim dostlarımdı.
Onlardan dinlediklerim, duyduklarım, ne anlamlı, ne manidar anılardı.
Şimdi Kırşehir’de geçmişi bilen, tanıyan, yaşayan kaç kişi kaldı?
Bu güzellikleri bize anlatacak, geçmişe yolculuğa çıkaracak kim kaldı?
Örnek insan bir dürüstlük abidesi dostum Timur Koca gibi…
Yok artık, onun da eski dostları kalmadı…
Nerde onun dostları Mustafa Erdem, Hüseyin Yıldız ve daha başkaları…
İşte Kırşehir’in o değerli insanlarıyla ben de hoş görünüze sığınarak belirtmek isterim ki çok beraberliklerimiz oldu. Onlardan dinlediklerimi, onlardan öğrendiklerimi bugün okurlarımla paylaşıyorum.
Genç nesillerin bu anıları saklamalarını, unutmamalarını dilerim.
Bir Kırşehir masalıdır anlattıklarım!..
Yıllar geçti, gitti…
Kırşehir’de 60 yıl önce tanıdığım, pek çoğuyla birebir görüştüğüm, konuştuğum nice değerli hemşehrilerimiz oldu.
Örneğin Kırşehir’de bir “Helebişçiler Grubu” vardı. Ne güzel, ne muhabbet ehli insanlardı. Bunların başında Tevfik Fikret gibi, ya da Artist Hulusi Kentmen gibi birisi olan Bıyıklı Galip Şener’i, Matbaada yatıp kalkan Şükrü Afşin’i saymak mümkün.
Kırşehir “Helebişçiler Grubu”nun başı, genel başkanı İstanbul değnekçisi, büyük saz ve söz ustası değerli hemşehrimiz güzel adam Şemsi Yastıman’dı.
“Helebişçiler”in Ankara Temsilcisi “Möhmele Mehmet” olarak tanıdığımız, bildiğimiz PTT emeklisi değerli hemşehrimiz Sırrı Davutoğlu, öğretmen İhsan Çakmak idi. Bu güzel insanlar yılda bir defa İstanbul’da, Ankara’da bir araya gelirler; yerler, içerler, kendi tabirleriyle kurtlarını dökerlerdi. Bu güzel insanlarla çok birlikteliğimiz oldu.
Sırrı Davutoğlu Ankara Etlik’te Mürettip Sokak, Aşıkpaşa Apartman’ında, İhsan Çakmak ise Baraj Caddesi’nde otururdu.
Bu davetlerin Kırşehir’de değişmez renkli simaları vardı.
Civeleğin Mehmet, Ethem’in Hacı Süleyman Mutlu, Reşat Sülükçü, Nadir Seyfelioğlu, Özbağlı Muzaffer, Kürt Osman, Kürt Hüseyin, Cakcak’ın Mehmet, Cimşit’in Necmettin Karaca, Mucurlu Deli Ali, Saim Selçuk, Cevat Coşkuntuna, Ertuğrul Ersan, Cakcağın Mehmet, Dursun Yastıman, Turgut Iğdır, Akıp Aksaç, Emin Yenice, Mustafa Karagüllü, Hacı Baş ve daha onlarca Kırşehirli davetli katılırdı.
İstanbul’da katılanların sayısını bilemiyoruz ama bunların başında Nuri Leflef, Kemal Altıok, Selahattin Saygı, Muzaffer Mermer, Ahmet Uğurlu, Ali Uğurlu, İbrahim Ülgen, Galip Demir olurdu.
Kırşehir’den de bu davetlere zorla götürülen Muharrem Usta, Çekiç Ali, Zurnacı Ayvaz Başaran Usta, Kaşık Ustası Abidin Ertem ve onlarca abdal sanatçılar da bu gecede yer alır ve sabaha kadar Kırşehir havalarını çalıp söylerlerdi. Bu Kırşehir buluşması horozun ötümüne kadar sürerdi.
Kırşehir’den giden davetliler her zaman yaptıkları gibi mor pürçüklü, yufka ekmek, köftür, elma kakı, çemen ve daha pek çok Kırşehir mahsulünü İstanbul’a taşırlar, hep birlikte yerler içerlerdi. R vitamininin ise sınırı yoktu. Ben bu Kırşehir gecelerine iki İstanbul’da bir de Ankara’daki geceye katıldım. Anlatılmaz yaşanırdı.
İşte o günlerden bugünlere…
Kaldı mı o güzel insanlar? O Kırşehirliler?
Şimdi düzenleniyor mu o yıllardaki gibi Kırşehir geceleri?
İşte hemşehrilik bağının güçlü olduğu o yıllarda yaşanmış bir güzel olayı da şöyle nakledelim:
Kırşehir’in eski tanınmış ailelerinden Mahmutoğlu Hacı Nafi ile yine tanınmış hemşehrilerimizden Deli Tevfik bir gün Karıncalı Köyü tarafındaki yakın köylere veresiye sattıkları manifatura alacaklarını güzün harman zamanı toplamaya gitmişler.
Üç-beş gün köyde beraber kalmışlar. Köylüler borçlu ya hani, ölmüyorlar, benizleri soluyormuş. Bunlara her gün tavuk kesmişler, horoz kesmişler, yedirip içirmişler. Toplayabildikleri alacaklarını da az çok toplamışlar.
Sabahleyin hane sahibi bunların karınlarını yine güzelce doyurmuş.
Hacı Nafi’nin faytonu ile şehre doğru dönerlerken Karıncalı’dan Çarıklı’ya kadar bir şey konuşmamışlar.
Çarıklı’ya gelir gelmez bizim Deli Tevfik Hacı Nafi’ye “Ağam niye konuşmuyoruz?” demiş.
Hacı Nafi de “Tevfik üç-beş gün bir arada kaldık. Konuşacak neyimiz kaldı, hepsini konuştuk” demiş.
Deli Tevfik duramamış “Hacı Ağa Kırşehir’deki şu meşhur dostlarımız olan dürzü ve deyyusları sen say, ben tarif edeyim!” demiş. Bu sözün ne anlama geldiğini bilenler bilir.
Hacı Nafi saymaya başlamış. Sonunda Deli Tevfik “Bitti mi?” demiş.
Hacı Nafi “Evet bitti, Tevfik!” demiş.
Öyleyse “şu bizim İsmail’i niye saymıyorsun?” demiş.
Hacı Nafi de “O eniştem olur, onu saymayayım, onu bana bırak. Onu ben tarif edeyim” demiş.
Hacı Nafi başlamış eniştesine verip, veriştirmeye…
Deli Tevfik faytonun içinde ayağa kalkmak istemiş. Tam da o sırada faytonun tepesindeki bir çivi kafasına batmış, kafası kanlar içinde kalmış.
Deli Tevfik kafasındaki kanları eliyle silerken “Bunların hepsinin…” diye o da verip veriştirmeye başlamış.
Ustam, değerli insan, gerçek gazeteci Dursun Yastıman ağabeyimizin hoşgörüsüne sığınarak diyorum ki, yeni yetmeler, Kırşehir’den, Kırşehir dostluğundan bihaber olanlar, bilmeyenler öğrensin. Anlattıklarım gelecek nesile saklansın.
Nerde kaldı o güzel adamlar?
Nerde kaldı böyle sohbetler, muhabbet ehli insanlar?
Hepsine rahmetler olsun, hepsini saygıyla anıyoruz.
İşte anlattıklarım benim için bir Kırşehir Masalıydı…