Anne olduğumdan beri televizyonlarda gördüğüm her sahneye başka bir gözle bakıyorum. Çocuğumun gözlerinde hangi kahramanı gördüğünü, kimin dilini taklit ettiğini, nasıl bir dünyayı hayal ettiğini sorguluyorum. Çünkü ekranda gösterilen her şey, onların bilinçaltına işleniyor. Bugün silahıyla gezen mafya karakteri bir kurmaca olabilir ama yarın o sahneler, gerçek hayatta bir çocuğun eline bıçak ya da tüfek almasına sebep olabiliyor. Ve ne yazık ki bunun acı örneklerini gün be gün yaşıyoruz. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir savcının hain bir saldırıyla hayatını kaybetmesi, bu senaryoların sadece dizilerde kalmadığını, gerçeğe de taşındığını bir kez daha gösterdi.

Akşam televizyonu açtığımda, karşıma çıkan sahnelerde hep aynı tabloyu görüyorum. Başrolde yakışıklı bir “mafya babası” var. Elinde silah, dudaklarında sert replikler, etrafında ona kayıtsız şartsız itaat eden adamlar. Ona hayranlıkla bakan gözler, onun etrafında dönen bir “güç hikâyesi”. Ve işin en acı tarafı, ekran başındaki çocukların ve gençlerin bu karakterleri kahraman olarak görmeye başlaması. Onların kullandığı dili, davranışı, hatta giydiği kıyafeti taklit etmeleri… Bir anne olarak, bir vatandaş olarak buna kayıtsız kalamıyorum. Çünkü biliyorum ki çocuklarımızın bilinçaltına işlenen her sahne, onların dünyayı algılama biçimlerini şekillendiriyor.

Psikolojik açıdan baktığımda, bu diziler çocuklarımız için birer rol model etkisi yaratıyor. Gelişim çağında olan bir genç, izlediği “kahramanı” içselleştiriyor. Gücü elinde tutanın, silahla konuşanın, korkutarak saygı görenin hayatını idealize ediyor. Bu zihinsel kodlama, ileride şiddeti normal görmeye itiyor.

Sosyolojik açıdan da mesele çok daha derin. Bu diziler topluma, “adalet” yerine “güçlünün dediği olur” mesajını yayıyor. Hukuka olan güveni zedeliyor, toplumsal değerleri çürütüyor. İnsanların bilinçaltına, mafyanın kurduğu o karanlık düzeni bir yaşam tarzı gibi işliyor. Ve şunu görüyorum: Biz bu senaryoları reyting uğruna alkışlarken, gerçek hayatta bu karanlık tablolar giderek çoğalıyor. İstanbul’daki savcının öldürülmesi, bana işte bu kurguların bir gün gerçeğe dönüşebildiğini en acı şekilde hatırlattı.

Üstelik bu sadece tek bir örnek değil. Daha geçtiğimiz günlerde İzmir’in Balçova ilçesinde 16 yaşında bir çocuk, eline aldığı pompalı tüfekle bir polis merkezine saldırdı. İki polis şehit oldu, altı kişi yaralandı. Henüz çocuk yaşta olan biri, nasıl olur da böyle bir vahşeti göze alabilir? Yine yakın zamanda Aksaray’da baba ve oğlunun bir polis memuruna saldırdığına da tanık olduk. Bunlar rastlantı değil, toplumsal bir çürümenin göstergesi. Televizyonlarda özenilen o sahneler, bir noktadan sonra sokaklara taşınıyor. Yine çok kısa bir süre önce Ahmet Mingüzi’nin çocuklar tarafından bıçaklanarak öldürülmesi de bu tablonun bir parçası. Henüz hayatın başında olan çocukların bir insanın canına kıymayı göze alabilmesi, şiddetin ne kadar içselleştirildiğini gösteriyor. Bu olay, dizilerde ve filmlerde normalleştirilen şiddetin, çocukların bile zihninde nasıl “çözüm” olarak yer ettiğinin en acı örneklerinden biri oldu.

Artık şunu yüksek sesle söylemek istiyorum: Ekranlarda gördüğümüz her kurşun, sadece kurmaca bir hikâyenin parçası değil. O kurşun, bir gencin zihnine işleniyor; şiddeti çözüm gibi görmesine neden oluyor. Bugün alkışladığımız o sahneler, yarın gerçek sokaklarda karşımıza çıkıyor. Buna sessiz kalmak istemiyorum.

Burada büyük bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Hem yapımcıların hem de denetim mekanizmalarının bu konuda vicdanlarının sesini dinlemesi gerekiyor. Evet, sanat özgür olmalı ama özgürlüğün de bir sorumluluk boyutu vardır. Toplumun geleceğini zehirleyecek, gençleri şiddete özendirecek içerikler “özgürlük” adı altında sınırsızca yayılmamalı. Reyting uğruna silahı, bombayı, mafya jargonunu yüceltmek kabul edilemez.

Ekranlarda güçlü rol modeller görmek istiyorum. Çocuklarımın bilim insanlarını, doktorları, öğretmenleri, dürüst hukukçuları, toplum için çabalayan gönüllü kahramanları izlemesini istiyorum. Onların gözlerinde gerçek kahramanların ışığını görmek istiyorum. Çünkü asıl örnek alınması gerekenler onlar.

Bugün televizyon karşısında büyüyen nesil, yarının toplumunu kuracak. Eğer biz onlara şiddeti, mafyayı, silahı özendirirsek; yarının dünyasında daha çok kan, daha çok gözyaşı göreceğimiz çok açık. O yüzden geç olmadan bu gidişata “dur” demeliyiz. Susmayacağım. Çünkü çocuklarımızın geleceği, bu ülkenin yarını, hepimizin omuzlarında taşıdığı en büyük emanettir.

Buradan herkese sesleniyorum: Çocuklarımızı ekranların sahte kahramanlarına teslim etmeyelim. Gerçek kahramanlığı; adaletin, emeğin, bilimin, merhametin yanında durarak gösterelim. Çünkü bugün susarsak, yarın kaybedeceklerimiz sadece evlatlarımızın hayalleri değil, koskoca bir toplumun vicdanı olacaktır.