İnsanlık giderek bozuluyor, yok oluyor. Bencillik, vurdumduymazlık, almış başını gidiyor.

İnsanız bazen kafa yoruyor ve etrafında dönen bu insanlık dışı davranışlar karşısında “Yuh” demeden kendimizi alamıyoruz.

Neden bu kadar bozulduk, darmadağın olduk hiç düşünüyor muyuz?

Bir yıl öncesine kadar akrabalık bitmek üzere iken şu koronavirüs belası bunu da alıp götürdü tümden bitirdi, bağlantı koptu. Kimse kimsenin kapısını çalmıyor, gidip gelmiyor, aylardır görüşmüyorlar.

Ne virüsmüş be!

Bu süreçte defalarca yazdığım gibi görünmeyen bir virüs tüm dünyayı dize getirdi, hatta zengin ve dev olarak gördüğümüz ülkelerin de hiçbir şey olmadığını gösterdi hepimize…

Ne oldu, nasıl oldu da bu kadar bağlar koptu, ya da koparıldı?

Baba oğula, oğul babaya, ana kızına, kız anasına neden bu kadar vefasız oldu?

Ana-baba, kardeş bağları bir şekilde az da olsa vardı. Emmi, dayı, hala mı onlar da kimdi (!) şimdi tümden bitti, ya da bitirildi!

Evet, neden bu kadar bozuldu insanlık?

Eskiden böyle miydi?

Birlik ve beraberlik en üst noktadaydı.

Akrabalıklar, arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar böyle miydi?

Üzücü ama her şey menfaat olmuş!

Kimse gerçekleri görmüyor, görmemezlikten geliyor.

Zaten gerçekleri söyleyen bir avuç, o da kalmıyor ne yazık ki!

İyilik mi, o da neymiş?

Vefa mı, yok öyle bir şey!

Doğruları haykıranların, dik duranların sayısı giderek azalıyor.

Hani hikâye bu ya bir horoz varmış.

Her sabah ezan okuyormuş, sahibi, "Tekrar tekrar ezan okuma yoksa tüylerini yollarım" demiş.

Bu tehdit karşısında horoz korkmuş ve kendi kendisine demiş ki:

"Zaruretler haramı helal kılar. Canımı kurtarmak için ezan okumaktan vazgeçmeliyim, nasıl olsa benden başka horozlar var her halükarda onlar ezan okur."

Horoz ezan okumayı bırakmıştır artık.

Bir hafta sonra sahibi tekrar gelir ve der ki:

“Eğer tavuklar gibi gıdaklamazsan senin tüylerini yollarım!...”

Horoz bu tehdit üzerine horozluktan da vazgeçer ve tavuklar gibi gıdaklamaya başlar...

Horoz tam bir ay gıdaklamaya başladıktan sonra sahibi tekrar gelir ve bu kez şöyle der:

"Şimdi de tavuklar gibi yumurtlamazsan eğer, yarın seni keserim!”

Bunun üzerine horoz ağlamaya başlar ve “Keşke ezan okurken ölseydim!..”

İşte böyle bir şey. Kim ne anlar, kim nasıl yorumlar bilmem. Ama doğru tektir. Doğrular söyleyip, yanlışlar karşısında olmak, hataları söylemek, dik durmak ta bir erdemliliktir diye düşünüyorum.

Ömrüm Kırşehir’de geçti, yıllarca Kırşehir için, sorunlarının çözümü için bu ili yöneten valilere, milletvekillerine, belediye başkanlarına, sivil toplum kuruluşlarının başkan ve yöneticilerine yazılar ve haberler kaleme alarak, Kırşehir’in bir adım daha ileri gitmesi için üzerime düşeni yapmaya çalıştım.

Dostlarımız ve arkadaşlarımız, hatta bu ili yönetenlerden bazıları, “Siz de gelene ağam, gidene paşam deyin, köşe dönün. Kimseye hatalarını, yanlışlarını söylemeyin. Tam tersine herkese iyisiniz, çalışıyorsunuz diyerek yağ çekip pohpohlayın, ihale alın zengin olun!” diye telkinlerde bile bulundular.

Ama ne ben, ne ağabeyim; babamızdan, anamızdan, atamızdan böyle şeyler görmediğimiz için sadece helal kazanarak, doğruları söyleyerek bugünlere geldik.

Çok şükür haram kazanarak bugün zengin olmadıysak da Kırşehir için, ülkemiz ve milletimiz için kafa yorup, doğruları, ama sadece doğruları yazıp görevimizi ifa edip, Kırşehir’de saygın ve onurlu bir yerimiz varsa, bu bizim için yeter de artar bile…

Eski Kırşehir nerede?

Kırşehir’deki eski esnaflar nerede?

Eskiden çarşıda bir esnaf yemek yapar, tüm esnaflar birlikte oturur yer, içerlerdi. Birinin sıkıntısı oldu mu hepsi koşardı. Maddiyat gözetilmezdi. Çekini, senedini ödeyemeyen olursa hemen destek olunurdu.

İstanbul’da Kırşehir esnafına peşin parayla bile mal vermek istemediler mi, Kırşehir’in önde gelen esnafları kefil olurdu. Sevgi, saygı, hoşgörü vardı. Şimdi bütün bunlar bitti!

Komşu komşuya selâm vermiyor. Zengin olan, eli kirlenen insanlar, çevresindekilere tepeden bakmaya, insanları hor görmeye başladı. Hatta komşusunun müşterisini nasıl yanına çekmenin hesabını yapmaya başladı.

Bugün ne yazık ki her şey de bozuldu. Arkadaşlıklar, dostluklar, akrabalıklar menfaate dayandı. Çünkü ne kadar paran varsa o kadar adamsın.

Oysa böyle bir şey yok.

Günümüzde “Ne kadar itsin, o kadar iyisin!” mantığı öne çıktı.

Allah geleceğimizin çocuklarına yardımcı olsun…

Evet, artık günümüz maalesef para devri olmuş durumda. Parası olan yaşar, parası olmayan şaşar.

Hiç kimse dün açlıktan nefesi kokanlara, “Ya bu parayı nasıl, nerden kazandınız?” diye sormaz ya da soramaz.

Oysa sorsa haramdan kazandığını değil, çok çalıştığından bahseder!

Hatta karşısındakine haram para kazanmanın yollarını anlatır!

Yapamıyorsa aptal olduğunu açıkça yüzüne vurmaktan da geri durmaz!

Maalesef insanlarımız bozuldu, “Ne kadar paran varsa o kadar adamsın!” muamelesi yapılmaya başlandı.

Para kazanıp, köşe dönmek için her yolu mübah görenler, karşısındakileri kötüleyenler, karalayanlar, nifak sokanlar!

Ben bugünleri Kırşehir’de eskiden de biliyordum ama artık alenen yaşıyor ve görüyorum. Kimin dost, kimin düşman, kimin arkadaş, kimin akraba olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum.

Hele kim güçlüyse direksiyonu o yöne kıran, hangi iktidar işbaşında ise o limanda gözüken, kılıktan kılığa bürünen bazı zavallıların yaptıklarına baktıkça inanın iğreniyorum, midem bulanıyor, böyle insanlarla aynı ortamda bulunmayı bile kaldıramıyorum.

Bu fırıldaklar, her devrin yamyamları, kişiliksizler bu memlekette hala adam yerine konuyor ve değer veriliyorsa, tuzun koktuğu yerde değil miyiz?

Böylelerini bu ili yöneten herkes tanıyor ve biliyor. Çarşıda, pazarda, sokakta kısaca her yerde hiçbir saygınlığı olmayanlara kim dur der ki!

Oysa bir söz vardır, “Layık olmayana iltifat, layık olana hakarettir” diye…

Ama maalesef “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” deniyor ve bu tiplerin yüzüne bakılıyor, sonra arkasından atılıyorsa bu yozlaşma devam edip gidecektir.

Evet, bir toplumda bir insana eğer parası kadar değer veriliyorsa, vay halimize vay!

Dedim ya ne kadar paran varsa sen o kadar adamsın!

***

Sevdiğim bir söz

“Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıklıkları değil. Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır.” Dostoyevski

***

Biraz da gülelim

Yine eşek olacaksın!

Köyde oturan birinin lakabı “eşek”miş,  eşek aşağı, eşek yukarı…

Ağaya gitmiş:

“Ağam şu lakabımı değiştir!”

Eve dönünce karısı sormuş:

“Ne oldu?”

“Ağa değiştirdi, artık bana sıpa diyecekler!”

Karısı salak salak bakarak gülmüş:

“Hiç merak etme, büyüyünce yine eşek olacaksın!”