Gözler gönlümün aynası, sözler büyülü dünyamdır. Kirletmemeye özen gösteririm. Her kirlettiğim sözcüğün, her nefret bakışının beni tüketeceğini, kişiliğimi ele geçirip yozlaşmaya, çürümeye sürükleyeceğini biliyorum. Şiddetten, şantajdan, küfürden uzak bir bakış ve söz. Argodan uzak dile saygı, gözlere hürmet isterim.

Gözler gönlün kapısıdır. Sözler aklın sesidir. Her gönül kapısı açıldığında bakışlar yansır önce… Masumca, sevecen veya öfke, nefret boşalır. Nasıl bakmak istersen öyle görürsün, görünürsün. Ruhunun derinliklerinde gizlenmiş, çocukluk hazinenden taşıdığın, sakladığın bakışlar ele verir seni… Sahicidir gözler, bakışlar yalan söylemez. Korkunun kendisi en büyük korkudur. Korku sürekli olarak endişe, kuşku, güvensizlik besler, üretir ve çoğaltır. Kudretlinin en büyük sorunu budur. İnsani korkulardan söz etmiyorum. Kudretlinin insani olmayan korkusundan söz ediyorum. Gücü kaybetme korkusu… Bundan dolayı olur olmaz her eleştiri karşısında hiddetlenir, gözleri nefret kaplar, sözleri çığırından çıkar. Kulakların kirlenmesine ve bir daha temizlenmesinin zorlaştığı sözcükler dilinden akıverir avenelerinin pişkin, suskun ölgün bakışları ve onaylayıcı körelen gözlerine inat…

Gecenin yalnızlığı ve karanlığı çekinerek, usulca odalara girmeye çalışıyor. Önce ışıldayan gözleri sönükleştiriyor, sonra da canlı sözleri… Sessizlik çöküyor ruhların önlenemez aydınlığına… Her şey ve her yer karanlığa gömüldükçe gündüzün öfkeleri, nefretleri ara veriyor haykırışlarına. Gözler ve sözlerle baş başa kalıyorsunuz. Belki de küçük bir hesap vaktidir diye kendinize dönüyorsunuz veya hiçbir şey olmamış gibi gözlerin ve sözlerin aydınlıktaki karanlığına…

Niye, neden, nasıl… sorularının huzursuzluğuyla hiç düşünmeden gecenin kimsesizliğine karışıyorsunuz. O an yalnızlığınızın, önlemez sandığınız gücünüzün esiri olduğunuzun farkına varmadan huzursuzluğunuzu gündüzün aydınlığından karanlığa taşımanın çaresizliğiyle… Gündüzün aydınlığındaki gücünüzün, azametinizin gecenin karanlığındaki yalnızlığınızda boş bir avuntu olduğunu yaşarsınız. Gözlerinizdeki öfke, sözlerinizdeki nefret karanlıkta sizi terk etmek istese de siz onun esirine dönüştüğünüzden korku yüreğinize oturur. Ruhunuzu saran kötülüğe boyun eğer, yalnızlıktan keyif almanın tadına varamazsınız. Hayatın anlamı nedir sorusuna da anlamlı bir yanıtı hiçbir zaman bulamazsınız.

Sözler aklın sesidir. Özellikle akıldan söz ediyorum, beyinden değil. Çünkü “beyin donanımdır herkeste vardır. Akıl bir yazılımdır, herkeste yoktur.“ Oradan süzülür güzel, anlamlı, duygulu, sevecen veya öfkeli, nefret yüklü aşağılayıcı, lanetleyici sözcükler.

Geçmişinizden taşırsınız hazinenizdeki o sözcükleri. Kelam eylerken akar dudaklarınızın ucundan dökülüverir. Kişiliğinizin ayrılmazına dönüşen o sözcükler sizi ele verir. Siz ne kadar kısıtlamak isteseniz de engel olamazsınız. Dağarcığınızda yüklüdür, kendiliğinden akar. Gücünüzle, kudretinizle ilgisi yoktur. En ulu makamlarda, ulaşılmaz gücünüz de olsa neyseniz osunuz. Kendinizi kısıtladığınız her an sizi esir alır kötümserliğe, karamsarlığa, çöküntüye sürükler. Ancak, her boşalmanız kişiliğinizin apaçık ortaya serilmesinden başka bir şeye yaramaz. Siz, sizsiniz. Güç sizi kişilikli yapmaz. Sizi ele veren gözler ve sözler yalan söylemez. Siz yalan söyledikçe içinizi kemiren huzursuzluktan kurtulmanın çaresini arayacağınıza güç zehirlenmesinden freni boşalan araba gibi herkesi suçlar, aşağılar, hakaret edersiniz. Kendinize yaptığınız kötülüğün farkında değilsiniz. Aslında bunun temelinde sahip olduğunuz kudretten çok yalnızlaşmanızın korkusunun da farkında değilsiniz. Korkularınızı bastırmak için sürekli bir öfke hali ve nefret duygusuyla yaşamaya kendinizi alıştırmanızdandır. Etrafınızdaki dalkavuklardan, soytarılardan da nefret etmenizle birlikte kudretinize biat ettiklerinden katlanırsınız.

Yirminci yüz yıl vahşetin, dehşetin ortaçağıysa, yirmi birinci yüz yıl her türden değerin yok sayıldığı, çürüdüğü, yozlaştığı “gayri ahlaki “ çağıdır. Bilimin, teknolojinin göz kamaştırıcı değişim, dönüşüm ve sıçramalarına karşın insanın tükendiği, tüketildiği ahlaksız bir çağ diyebilirsiniz. Sözün ve söylemin de buna uygun olmasını yadırgamamak gerekir. İster muktedir, ister dalkavuk, ister soytarı fark etmiyor söylemin ahlak dışılığında buluşuyor ve kesişiyor. Yalanın gerçekle yer değiştirdiği yerde ahlaktan söz edilemez. İnancınızın da bir anlamı yoktur. Çünkü ahlakı olmayan bir insanın inancı sadece bir görüntü ve riyakârlıktır.