Ne Yazsam, Nereden Başlasam…
Son günlerde Kırşehir’de de, Türkiye’de de gündem oldukça yoğun. Hava sıcaklığı 40 derecelerle rekor kırıyor, ormanlar yanıyor, su kesintileri bitmiyor, trafik çileye dönüşmüş, ekonomik sıkıntılar herkesin dilinde... Yazacak, konuşacak o kadar çok şey var ki! Ama ben bugün, tüm bu gürültünün içinden sıyrılıp bambaşka bir konuyla sizlerle buluşmak istedim. Belki bir nefes arası, belki bir pencere açılır içimize… Ne yazsam, ne yazsam diye düşündüm; sonra dedim ki: Bazen en çok ihtiyacımız olan şey, en çok konuşulan değil, en az fark edilen olabilir.

Bugün size hayallerin yaşı olmadığını anlatmak istiyorum. O klişe gibi görünen ama aslında içimize işlemesi gereken o cümleyle başlamak istiyorum:
“Asla geç değil.”

Bunu söylemek kolay, yaşarken inanmak ise çoğu zaman zor. Ama bir örnek var ki, yıllardır bu cümleyi ete kemiğe büründürerek önümüzde duruyor:
Ünlü Rus yazar Lev Tolstoy, tam 67 yaşındayken bisiklet sürmeyi öğrenmiştir.
Bu olay zamanla, özellikle kişisel gelişim ve motivasyon çevrelerinde, şu mesajı vermek için anlatılır:
- “Yeni bir şey öğrenmek, bir hayale başlamak, hayatını değiştirmek için yaş engel değildir.”
Tolstoy’un bisiklet sürmeyi öğrenme çabası, yaşlılıkta bile insanın merak duygusunu, öğrenme azmini ve hayata katılma isteğini göstermesi bakımından çok kıymetli bir sembol hâline gelmiştir.

Tolstoy bu isteği, 1896 yılında, bisikletin Rusya’da yeni yeni popülerleştiği dönemde göstermiştir. O dönemde "Safety Bicycle" (günümüz bisikletlerine benzeyen model) yaygınlaşmaya başlamıştır. Tolstoy da bu yeniliğe karşı merak duyup:
- “İnsan her yaşta öğrenebilir,”
demiş ve 67 yaşında bisiklete binmeyi öğrenmiştir.
“Tolstoy’un bisikleti” denildiğinde akla şu sözler gelir:
- “Hayal kurmak için geç değil.”
“Tolstoy bile 67 yaşında bisiklet sürmeyi öğrendiyse, sen de başlayabilirsin.”
“Tolstoy’un bisikleti gibi, öğrenmenin yaşı yok.”

Bu örnek bize şunu söyler:
Yaşın, geçmişin, şartların ne olursa olsun; öğrenmeye, denemeye ve değişmeye daima yer vardır.
Bunu unutma: Geç değil!

Kendi yaşadığım tecrübeler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Toplum hayatı yaş gruplarına bölmeyi pek sever. Sanki bir takvim dayatması vardır üzerimizde. “18’inde üniversiteye girilir, 23’ünde mezun olunur, 25’te işe girilir, 30’unda evlenilir, 35’te çoluk çocuğa karışılır...” Peki ya sonra? Hayat bitince mi emekli olunur, yoksa emeklilikle birlikte insanın hayalleri de mi rafa kaldırılır?

İşte bu yazının asıl derdi tam da bu: Hayallerin bir yaş sınırı olmadığını hatırlatmak!

Ben 40 yaşımdan sonra üniversiteye başladım. Hem de bir değil, iki lisans programını aynı anda yürütüyorum. Evet, oldukça yorucu. Evet, bazen zamanla yarışıyorum. Ama şunu gönül rahatlığıyla söylüyorum:
Hayatta kendine yeni bir yön çizmek için hiçbir yaş geç değilmiş.

Kendi yolculuğumda yalnız değilim. Çocuklarım da bu yolda yanımda. Birisi LGS’ye hazırlanıyor, diğeri YKS’ye. Onların testleriyle benim ödevlerim, onların denemeleriyle benim sınavlarım iç içe geçti. Aynı masada, farklı hayallerle ama aynı heyecanla çalışıyoruz. Onlara ilham olmaya çalışırken, onlar da bana güç veriyor. Bu, birlikte büyümenin, birlikte başarmanın bambaşka bir hali.

Olaya sosyolog olarak sosyolojik açıdan baktığımda şunu görüyorum. Toplumun bize çizdiği “yaş normları” aslında kültürel kodların bir yansıması. Modern toplum, üretkenliği gençlikle eşleştiriyor; yaş aldıkça üretimden, öğrenmeden ve gelişimden uzaklaşılması gerektiğini telkin ediyor.
Oysa insanın potansiyeli sadece biyolojik değil; ruhsal, zihinsel ve sosyal olarak da sürekli değişip gelişen bir yapıya sahip.

Kıymetli hocam Levent Taş’ın üstüne basa basa anlattığı Pierre Bourdieu’nün "kültürel sermaye" kavramı burada devreye giriyor. Eğitimle, okumayla, kendini geliştirmekle birey sosyal sermayesini de artırır. Bu sadece bireysel değil, toplumsal bir kazanımdır. Çünkü gelişen birey, çevresini de dönüştürür. Anne olarak ben okula başladığımda, çocuklarım öğrenmenin yaşı olmadığını yaşayarak gördü. Belki ileride kendilerini çaresiz hissettiklerinde bu dönemi hatırlayacaklar. Belki benim bu kararlılığım onların yollarına ışık tutacak.

Hepimizin içinde yıllarca susturulmuş bir “istek” var. Kimi kitap yazmak ister ama “artık çok geç” der. Kimi müzikle ilgilenmek ister ama “bu yaşta mı başlanır?” diye utanır. Kimi sadece kendine ait bir zamanı olsun ister ama başkalarının ihtiyaçlarını önceleyip durur.

İşte tam da burada şunu yüksek sesle söylemek gerek:
Hayallerin son kullanma tarihi yoktur.
Kendini yeniden keşfetmek, bir yolculuğa başlamak için hiçbir yaş geç değildir.
Yeter ki insan kalbinin sesini susturmasın.

Belki sen de bu yazıyı okurken içinden bir “acaba?” diyorsun.
Bil ki yalnız değilsin.
Başlamak için en doğru zaman, içinden gelen sestir.
O sesi duyduysan, vakit TAM ZAMANI'dır.

Aslında bu konuyla ilgili söyleyecek o kadar çok sözüm var ki… Yazsam sayfalar yetmez.
Ama şunu kalpten söylemeliyim:
Başkalarının fikirlerini o kadar çok dinledik ki, zamanla kendi sesimizi duyamaz olduk.
Hep bir “el âlem ne der” korkusuyla ideallerimizi erteledik, küçülttük, unuttuk.
Oysa insanın kalbinde bir hayal kıpırdanıyorsa, orası hâlâ canlıdır.

Kabuklarınıza çekilmeyin. Sessiz kalmayın. İçinizdeki o sesi yeniden duyun.
İdealleriniz olsun. Çünkü yaş, sadece rakam.
Asıl mesele, hayal kurmaktan hiç vazgeçmemek.

Ben 40 yaşımda yeniden başladım.
Sıra sende!