Ölüm; gerçekle, bağının kesilmesidir.Orada değilsin artık.Ölüm öncesi gerçeklerle, sonrasının bilinmezliği kimilerince benzer olduğu söylense de fark etmez.İçinde olmadığın ve olamayacağın gerçeklerin ne önemi olabilir ki!..

Söylenecek her söz,laf kalabalığı içerisinde laf cambazlığına dönüşen lakırdılardır.Göremeyeceğin gerçeklerin varlığı artık seni çokta ilgilendirmez. Hayat; mutlu bir bitişe veya enkazlı bir sona yol aldıktan sonra ardından seni yad edip anlayacak ve asırlar sonrasının ruhlarına, yüreklerine taşıyacak olan senin ruhunun berraklığı, sıcaklığı, samimiyeti, vicdanıdır.

Yaralıyız…. Derinden yaralıyız. Yüreklerimizle birlikte ruhlarımız da derinden yaralı…Yaralar sarılır mı?... Sanmıyorum.Hepimiz yaralıyız. Belki de çivisi çıkarılan ülkenin muktedirlerinin umursamadığı cesetleri değil, “leşleriyiz”.Vicdanı körelmemiş, vicdanını kaybetmemiş insanların çırpınışlarıdır. Belki de bizi bu hayatta tutunmaya çalışan, canlı cesetleriyiz.Ölüyüz, ancak, ölümümüzü idrak edemeyecek kadar da bitkiniz, yorgunuz ve çaresiziz.

Ruhlarımız yaralı, yüreklerimiz buruk, gözlerimiz cansız ve amaçsızca bakınıyor.Ve bu ölü halimiz üzerinden canlı yayınlarla realite showlarla ne kadar yardımsever ve duyarlı olduğunuzu utanmazlıkla duyurmaktan çekinmiyor birileri. Adına da yaraladığınız yüreklere, karanlığa gömdüğünüz ruhlara, cesetlere inat “tek yürek” deniyor. Showlarınızı keyifli zamanlarınıza saklayın.Gölge etmeyin başka ihsan istemeyiz. Yoksulların dayanışması, gözyaşları sizin vicdanlarınıza küçücük bir dokunuş yaptıysa, onlardan çaldıklarınızı sorgularsınız.Emeklerinin birazcıkta olsa karşılığını öderken titremez elleriniz.

Bu nasıl bir utanmazlıktır. Biz kimseden merhamet, sadaka dilenmiyoruz. Koltuklarınızdaki timsah gözyaşlarıyla, sesinizi de duymak istemiyoruz. Bizden aldığınız emeklerimizi bize sadaka olarak sunmanızdan da iğreniyoruz.İnsanca bir yaşam… Tek istenilen insanca bir yaşam… Çok şey mi istiyoruz? Yalanlarınızdan bıktık… yeter… yeter…Bizim emeklerimizden aldıklarınızı sadaka olarak vermekle aklandığınızı, huzura erdiğinizi mi sanıyorsunuz? Biz sizden yaralarımıza merhem değil, vicdanınızla hesaplaşmanızı, kendinizi sorgulamanızı istiyoruz.Ancak, şu gerçeği de net olarak biliyoruz; “ceza almamış ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur.”

“Davaya itaat diye toprağına ihanet edensiniz

Lakin toprak unutmaz

Bakın göreceksiniz

Yakan

Yıkan

Bozan

Ölüm saçan ellerinizden ayırmayın gözünüzü

Onlar boğacak sizi

Yavaş ve acı içinde kesilecek nefesiniz

Henüz gelmeden eceliniz

Yaktığınız can kadar yanacaksınız. “

Dört bir yana savrulan bedenlere dokunmak için dünyanın dört bir yanından koşarken vicdanlı insanlar, düşmanlaştırdığınız o iyi yürekli insanlar sizin bütün palavralarınızı ters yüz etti. “Biz bize yeteriz, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” hamasetini yerle bir ettiler.

Birazcık dönüp kendinize soracak mısınız, vicdanı körelmemiş insanlara yönelttiğiniz suçlamaları ve utanacak mısınız? Empati kuracak mısınız?

İnsanlık ağladı bizimle, birazcık hafifledi yaralarımız.Ancak, yürekleri nasırlılar kendi eserleri olan bu enkazdan sağlayacağı rantın hesabıyla meşgul…

Sisteminizin bir eseri olan bu enkazınızdan; yaşayan birer ceset olarak değil, hepinizin sorgulandığı hesap verdiği birer insan olarak çıkmak isteriz. Çünkü aslında o övmekten sıkılmadığınız sisteminiz enkazın altında kaldı, siz kabul etmeseniz de…

Şimdi “yaraları sarma, birlik olma zamanı” masalını yine anlatacaksınız, onu da biliyoruz. Ayrıca şunu da çok iyi biliyoruz; “acı deneyimlerimiz bize ezenlerin, ezilenlere özgürlüklerini “haklarını” gönüllü olarak vermediklerini öğretti.

Ezilenlerin bunu istemeleri gerekiyor. Açıkça söylemem gerekirse ben şimdiye kadar ayrımcılığın yoğun acısını çekemeyenlerin “zamanlaması doğru” dedikleri bir tek eylem hatırlamıyorum. “Sizin kötülüklerinizin hiçbir bedeli yoksa bırakın orada kalalım. “Kader buymuş” diye verdiğiniz fetvalarla cehenneme çevrilen yaşamımızdan vaat edilen cennetinize huzurla gidelim!

Uzak durun bizden…Enkazımızdan geleceğimizi kurgulamaktan, muktedirlik hesaplarını yapmaktan vazgeçin, bıkmadınız mı?

Bu nasıl bir tutku, bu nasıl bir ihtiras…