Harmandan kalkalı bunca zaman geçmesine rağmen odaya gelen-giden fazla olmuyorsa da yine de Tutkun Ahmet burasını açık bulundurmak zorundaydı. Havalar yavaş, yavaş soğumaya yüz tutarken odasının da dile gelip “artık sobayı kur Ahmet“ dercesine telkinini duyar gibi oluyordu.

Harmandan kalkalı bunca zaman geçmesine rağmen odaya gelen-giden fazla olmuyorsa da yine de Tutkun Ahmet burasını açık bulundurmak zorundaydı. Havalar yavaş, yavaş soğumaya yüz tutarken odasının da dile gelip “artık sobayı kur Ahmet“ dercesine telkinini duyar gibi oluyordu. Konuşacak kimse olmayınca kendi kendine öyle bir garipleşti ki neredeyse dokunsan ağlayacak durumdaydı. Tabakadan bir sarımlık tütünü alıp ağır, ağır kağıdına sararken birden derin düşüncelere dalıp kendisini yıllar evvelki günlerde buldu.
Babası Sami Ağa varlıklı, güngörmüş, birçok savaşlara katılmış, birkaç kardeşini de orada şehit vermiş, savaş bitiminde de köyüne dönmüş birisiydi. Zaten kendisi de bir ağa oğluydu. Dönümünü bilmediği sulu yerde tarlalar, sürülerce davarlar, inekler, danalar, atlar, eşekler; kapısından hizmet için eksik olmayan çobanlar, ameleler, ırgatlar, çiftçiler, hizmetli kadınlar.
Eskiden köylerde, kasaba, ilçe ve az gelişmiş şehirlerde sanayi olmadığı için genelde geçim çiftçiliğe ve hayvancılığa dayanırdı. Çiftçilik ve hayvancılık Sami Ağa gibilerine; hayvanların bakımı, ev işleri, tarlaların ekimi, mahsulün biçimi ve harmana kaldırılması, döğenle sürülüp yabayla savrulması ambarlara taşınılması, hayvanların yiyeceği sap ve samanın toparlanıp samanlığa atılması, bağ-bahçe işleri için adam çalıştırma gereksinimi doğuruyor, bu da boşta gezen fakir fukaranın ekmeğine yağ sürüyordu.
Sami Ağa’nın köyü Kırşehir-Çiçekdağı-Akpınar üçgeni arasında yer alan etrafı dağlarla çevrili çukur bir alanda kurulmuş, yol güzergâhlarının geçtiği, gelenin-gidenin eksik olmadığı bir yerleşim yeriydi. Köy bağları-bahçeleriyle, sulak bir yer olmasından dolayı da kavak ve söğüt ağaçlarının boy, boy yükseldiği yeşilliği eksik olmayan, görenleri adeta büyüleyen cinstendi.
Yolculuklar atlarla, eşeklerle, at arabalarıyla yapıldığından dolayı yerine göre; sabah Kırşehir’e gitmek için köyünden çıkan yolcu ikindi ya da akşam vakti Sami Ağa’nın köyüne ulaşırdı. Bu kişiler geceyi köy odalarında geçirirler, ertesi günü tekrar Kırşehir’den köylerine döndüklerinde de aynısı olur, günü birlik aralıksız devam ederdi.
Misafirlerden çerçi, celepçi, çelikçi, nalbant, gezginci, sıhhiye baytar, berber gibi kişilerinki de günü birlikçilerden biraz farklı olur ,odalar da kaldıkları süre beş-altı günü bulurdu.
Tutkun Ahmetgilin odası köyün yüksekçe bir yerindeydi, lüks lambasının ışığından dolayı geceleri pırıl, pırıl gözükürken köylüleri “Sami Ağa’nın odası herhalde bugün düğün evi gibi kalabalık, çırası yandı disane“ diye iç geçirirlerdi. Ahmet Ağa tüm bunları düşünürken arada-sırada gözlerinden dökülenlerin farkında bile olmuyordu. Sami Ağa baş köşede otururken, karınlarını doyuran misafirlerle beraber bir yandan çaylarını höpürdedirken şimdi nerede olduğu dahi bilinmeyen AGA markalı bataryalı radyodan da acansı büyük bir dikkatle dinlemeyi ihmal etmezdi.
Acans bitimi gençlerden bazıları gezmek yada sigara içmek için dışarıya çıkarken yaşlı olanları da duydukları veya şahit oldukları hadiseleri, güreş tefrikaları veya Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Köroğlu, Dadaloğlu gibi hikayeleri büyük bir ustalıkla anlatarak geceyi yarı ederlerdi.
Misafirlerin döşeği, yorganı, yastığı, yiyeceği, içeceği, hayvanların yemlenmesi, sulanması, çerçilerin arabada ki matağının korunması oda sahibine sorundu. Yaz aylarında gelen misafirler çok olurda eğer oda almaz ise yerine göre hayvanlarıyla beraber odanın çevresinde geceyi geçirirlerken; kışın yer darlığından dolayı bu durum sorun yaratır,” bize ileride kakınç olur” korkusuyla ağa ve oğulları işe dört elle sarılır yerine göre odanın almadığı misafirleri yakın akrabalarına taksim ederler, misafirlerin ihtiyaçlarına kendileri yetemediğinden dolayı adam çalıştırmak zorunda kalırlardı.
Köyde birkaç gelirli hane sahibi odasını açıp misafir kabul etse de gelenler izzetin, ikramın bol olduğu Sami Ağa’nın kini tercih ederler, eğer orada yer bulamazlarsa mecburen diğer odalara misafir olurlardı.
Tutkun Ahmet eskilere öyle dalmıştı ki “dedeee dedeee misafir geldi” diye çağıran torununun sesiyle dalmış olduğu dünyasından ayrılıp oturduğu sedirden doğrularak “gelen kimmiş acaba” diye merakla başını pencereye uzattı.
Hey gidi günler hey. Babası Sami ağa öleli kaç yıl olmasına rağmen misafirler yinede ayak alışkanlığı onun odasını bırakmamışlardı. Sami ağa ölünce bir araya gelen kardeşler ”ölüm hak, miras helal “diyerek az buçuk kırgınlıklar olsa da evleri,tarlaları,bağları,bahçeleri,hayvanları yani elde ne varsa her şeyi paylaşmışlar,haliyle dört kardeş olduklarından dolayı variyet gerilemiş,gelir kaynakları ev başı azalmıştı.
Taşınmazlar arasında bulunan yazlık ve kışlık evlerdeki iki odanın ikisi de şans bu ya çekilen kurada Tutkun Ahmet’e çıkmış, kardeşlerinin bıyık altından gülmelerine, hanımı Aysel’inde olanca karşı çıkmasına rağmen “ağalığı elden bırakmayıp” itiraz bile edememişti.Misafir gelenler yine eskisi gibi bu odalara misafir oluyorlar,haliyle bu durumda Ahmet’in bütçesinin sarsılmasına neden oluyor, hanımıyla yüz-göz olsa da ataların “ kişiler kaybettiği zenginliğin forsunu; sonradan zengin olanlarında fakirliğin ezikliğini aradan kırk yıl geçse de bırakamazmış” sözünden olsa gerek babadan gördüğünü devam ettirmeye çalışıyordu.
Ahmet’in köyünde orta ve iyi halli maddiyatlı kişilerin yazlık ve kışlık olmak üzere iki evleri olduğundan dolayı yaz mevsimi gelince yazlık evde, kış mevsiminde de kışlık evde otururlardı. Gelir yönüyle hali vakti yerinde olanların her iki yakada da misafir odaları olurdu.
Aradan geçen zaman içerisin de Ahmet’in çocukları büyümüş, onların okumasıydı, evermesiydi derken masraflar çoğalmış, odanın da ücretsiz bir otel misali gece-gündüz boş kalmaması aileyi maddi yönden güç durumda bırakmıştı. Bazen kara, kara düşünürken arada hanımı Aysel’e hak verdiği de olmuyor değildi. Zamanın da niçin kuraya itiraz etmemişti ki. Aradan bunca yıl geçtikten sonra çoğu köyü terk edip gitmiş kardeşlerini bir araya getirip nasıl tapuları iptal ettirebilsin ki.
Kapıya her gün ayak alışkanlığı gelen misafirlerin önüne durup “yok ağalar; bundan sonra ben sizleri ağırlayamam, bütçem kaldırmıyor, artık başka kapıya“ diyemezdi ki, serde babadan kalma ağalık vardı ya, şanına hiç yakışır mıydı?
Tutkun Ahmet baktı ki pabuç pahalı “bu işin önü sonu yok, şimdiden sonra hanımımı boşayıp dirliğimi el için bozacak değilim ya, zaten yaşımda geçmiş, bir sakalım eksik, bu yaştan sonra bana yamalık yakışmaz “ gibi düşünceler içindeyken gözleri aklına gelen şeytani bir fikirle fal taşı gibi açıldı. Nasıl olsa köyde iki odası yok muydu, gelenleri yine eskisi gibi ağırlar, fakat izzeti ikramda kısıtlamaya gider, bol ikrama alışkın olan misafirler de yavaş, yavaş kendilerine başka odalar bulurlardı. Şu yaşta kime yaranacaktı ki, artık çocuk değildi, tefrikalar, masallar, uyduruk derleme toplama rivayetler dinleyecek, misafir kahrı çekecek günleri çoktan geriler de bırakmıştı. Yaşlılık rüzgârlarının başında estiğinde de televizyonun hızla yayıldığını duymuştu.
Kapısına gelen misafirlere” yapmacık bir role bürünerek “tatlı dil, güler yüz gösteriyor, hoş beşten sonra hal hatır soruyor, fırsatını bulunca da “hanııım bulgur pilavını soğutma yetiştir, yanında da kuru soğanı unutma “ diye çağırırken bir yandan da” izzeti ikramı” iyi yapıyorum havasına bürünerek onların gönlünü almaya çalışıyordu. Kısıtlı ikramından dolayı güya onlardan utanıyormuş gibi rol yaparak özür dilemeye çalışırken “EFENDİM AĞIRLIKLARIMIZ ÖBÜR EVDE (yazlık evdelerse kışlığı, kışlık evdelerse yazlığı kast ediyor) KALDI” diyerek güya misafirlerinin karşısında iki büklüm oluyor“ misafir umduğunu değil, bulduğunu yer “ sözüne sığınıyordu.
Tutkun Ahmet iştahla lokmaları boğazına atıştırırken bir yandan da gözlerini misafirlerinin üzerinde gezdirmeyi ihmal etmiyor, inşallah durumu anlayan biri çıkar da “ağa bize müsaade, yolcu yolunda gerek“ der mi diye ümitle bekliyordu.