Hayat ne tuhaf… Bugün varsın, yarın yok. Bugün zenginsin, yarın fakir.

Hayat ne tuhaf…
Bugün varsın, yarın yok. Bugün zenginsin, yarın fakir. Bugün sağlamsın, yarın özürlü…
Her an her şeyin olabileceği bir dünyada yaşıyoruz. Hiç aklımıza getirmeden ölümü, kazayı, belayı…
Gerçi bilsek daha mı zor olurdu ne?
Düşünsenize öleceği günü bilse nasıl yaşar ki insan? Elini ayağını çeker mi dünyadan, yoksa “nasıl olsa öleceğim!” diye gününü gün mü eder?
Onu beşi bilmem. Er ya da geç bugün ya da yirmi yıl sonra bir gün, yemeye, içmeye, gezmeye, eğlenmeye, çalışmaya, kazanmaya doyamadığımız bu fani dünyadan göçüp gideceğiz…
Mevlana hazretlerinin bir sözü var “Unutmayın, dünyada yaşamıyorsunuz, dünyadan geçiyorsunuz” diye.
Nasıl da doğru değil mi?
Bakıyorum da etrafa hiç ölmeyecekmiş gibi yalan konuşanlara, gözünü para hırsı bürüyenlere, çalıp çırpanlara, yapmadığı haksızlık, etmediği zulüm kalmayanlara…
Vay diyorum vay ki ne vay!
Daha geçenlerde düğün günü gelin almaya giderken Kırşehir’de mola verdiği sırada kaza geçirip ölmedi mi damat? Hayatının belki de en mutlu, en heyecanlı gününde üstelik…
Bir düşünün hiç aklına gelir miydi düğün gününün ölüm günü olacağı? Bir de o gelini düşünün “Eşim beni almaya gelecek” diye bekleyen…
Yine dün bir kaza daha oldu Afyon’da, yedi kişi yaşamını yitirdi. Kimi okuluna, kimi işine, kimi eşine gidiyordu… Olmadı…
“Hayat acımasız” diyoruz başlıyoruz kadere kahretmeye. Oysa bunu zaten bilmiyor muyuz? Başımıza kaza da gelecek, belada. Bu dünya imtihan dünyası. Her an, her saniye sınava tabi olduğumuzu bilmiyor muyuz da başlıyoruz dövünmeye?
Tabi ki üzüleceğimiz, kahrolacağımız şeyler de yaşayacağız. Ama başımıza ne gelirse gelsin sabredeceğiz, direneceğiz.
Hiç ölmeyecekmiş gibi değil de, her an ölecekmiş gibi yaşasak dünya ne kadar da güzel bir yer olur.
Desek “üç gün sonra öleceksin” ne yalan söyler, ne iftira atar, ne haksızlık eder, ne ahlaksızlık yapar, ne aldatır, ne kandırır azıcık içinde Allah inancı olan insan…
Keşke gaipten bir ses beklemesek de halimize bir çekidüzen versek. Ruhumuzu güzelleştirsek, bir yetim başı okşasak, bir aç doyursak, bir gönül alsak…
Haybeye geçip gitmese ömrümüz. Olmuyor değil mi, olmuyor ne yapsak. Bir türlü durduramıyoruz içimizde ki nefsi, hırsı, şeytanı.
“Daha çok kazanayım, daha çok mal-mülk sahibi olayım, daha çok gezeyim, daha çok yiyeyim, daha çok yükseleyim…” liste uzayıp gidiyor.
Hep daha çok hep…
Boşa dememişler “Gözünü toprak doyursun” diye. Çünkü ancak ölünce biter bitmek bilmeyen istekler. Tabi ki çalışalım, kazanalım, yaşayalım hayatımızı en güzelinden ama sonsuz olmadığını unutmadan…
Diyeceğim şu ki, “Muğlak olan yaşantımızın mutlak bir sonucu var, ÖLECEĞİZ”.
Gelin hepimizin bildiği ama aklına getirmek istemediği bu gerçekle yüzleşelim ve ona göre yaşayalım artık kalan kısmı, ha ne dersiniz?