Bozkırın derin sessizliğini yaran, kulakları sağır eden patlama sesini duydum, irkildim. Etrafıma bakınıp, yükselen toz bulutunu seçmeye çalışıyorum. Bozkırın ilerisindeki derin vadinin tekin olmayan hali gözlerimin önüne geldi. Kara bulutlar gökyüzünü kapatmıştı. Derin vadiyi kuzeyden esen soğuk rüzgârın uğultusu ele geçirmişti. Bozkırın derin sessizliğini bozan patlama, silah seslerine rüzgârın uğultusu karışıyordu.

       Sessizce olduğum yerde çakılı kalmıştım. Sanki oraya zincirlenmiştim. Hareket edemiyordum, kımıldayamıyordum. Göz gezdirdiğim etrafımdaki her şey bir heykel misali bana acıyarak bakıyordu sanki. İçimi derin bir kasvet kapladı. Acınacak durumdayken, acıyarak öylesine bakınıyordum. Uğultu benim benliğimi ele geçirmişken, patlamalar beynimi zonklatıyor. Karşılıklı silah sesleri vadiyi baştanbaşa geçip boşluğa düşüyordu. Yorulmuyorlardı. Birbiriyle yarışırcasına boşalıyordu şarjörler, yenileri aceleyle dolduruluyor. Ölüm makinesi boş durmak istemiyordu. Birbirlerinin maskeli yüzlerini görmeseler de, tanımasalar da ölümün, öldürmenin saçmalığıyla “kahramanlık” payesi için enerjilerini sonuna kadar tüketiyorlardı. Ant içmişçesine, başka çare yokmuş gibi öldürmeye yeminli birer robottular.

         Vadiye bakıyorum uzun süredir. Ne kadar zaman geçti ayrımında değilim. Yorgun ve dalgın. Göz pınarlarım kurudu. Yüzümdeki alevler söndü. Bakışlarım donuklaştı. Yanımda beliren gölge ne zamandır orada, farkında değildim. Ürperti ile karışık bir sessizliğe büründüm. Sus der gibi eliyle bir işaret yaptı. Tıpkı benim gibi o da sessizce bakıyordu.                                                                               Toprak Ana…                                                                                                                                                                                Diye seslenmeme izin vermeden öylece bakıyordu. Yanıma çömeldi. Yorgun ve bezgindi. Ne olacak insanların bu hali dercesine düşünceliydi. Vadideki manzara onu da müthiş etkilemişti. Gözlerinin kızarıklığından, yüz ifadesinden uzunca bir süredir acı çektiğini, ağladığını düşünüyorum. Görüntüsü perişan. Ağarmış saçları karışık, yüzünde tırnak izlerinin kızarıklığı, giysileri dağınık, acı yüklü bir kadın. Çömeldiği yerden; “Dante’nin Cehennemi” diye mırıldanıyor. Görmüş, geçirmiş, yaşamış bir bilge kadın gibi sözcükleri seçerken sanatsal benzetmesi beni etkiliyor.

      ---- Ne çok çocuğumu elimden aldın. Hâlbuki toprak olarak herkese yeterim. Hepinizi doyurur, yüreğinize sevgimi yüklerim. Dertlerinizi, tasalarınızı çözecek gücüm var. Doğa hepinize yeter. Siz paylaşmayı sevdikçe, birlikte bir arada yaşamayı sunuyorum size… Derdiniz nedir sizin? Namlular her yerde, herkes tarafından tamamen toprağa gömülmeli… Ölüm… ölüm… ölüm… Kaç çukur, kaç mezar, kaç ölüm… Toprak kana doymadı, doyurmadılar. Ben yorgun, ben bezgin, ben bitkin…

      ----İsimlerinin, kimliklerinin ne önemi var. Yaşamlarının baharında toprağa düştüler. Berivan, Beritan, Dılgeş, Mustafa, Sahir, Ahmet, Fadıl, Marya, Vasili… çok mu önemli isimleri gencecik yaşlarda yoklar artık. “Dante’nin Cehennemi” çekip aldı, sürükledi, bilinmeze, karanlığa. “Özgürlük savaşçısı”, “şehit”, yiğit ne fark eder. Ayrımsız Toprak ana bağrına basıyor. Gözyaşlarının rengi sorulmuyor toprağa düştüğünde. Acının yakıcılığı da.

            Kim bilir; gelinlik hayallerini geride bırakan kızımı, kendisine torunlar verecek oğlumu o cehennemde diye kederle bakıyorum.

       ----- Neden… neden… neden… niçin… niçin… niçin… sözcüklerini hafifçe mırıldanıyor. Bitkin ve yorgun. Vadiyi yeniden süzüyor;”Dante’nin Cehennemi” sözcükleri dudaklarından yeniden dökülüyor. Ve ilgiyle bakıyor, sonunu dinlemek için meraklanıyorum.

        Vadinin derinliklerinde usulca akan kan kırmızısı suya bakıyordu. Berraklığını yitirmiş, bereketini terk eden dere ölülerin, kurbanlarının kanıyla düşünceli, kırgın akıyordu.

       Felaket ve kan ölümdür. Sonu ölüm olan hiçbir fedakârlık sahiplerine ödül olarak dönmez. Başka canlara hayat verirken, kendi hayatını karartır.

        Bozkırın ortasında sessizliğimde ve yalnızlığımda gizlenme gereği duymadan veya o korkunç anda hipnotize edilmiş halde bakınıyorum. Görmeden, sadece bakınıyorum. Vadideki ölümlerden, cesetlerden, “kahramanlardan” habersiz, neden sorusunun havada asılı kalacağını bilmeme rağmen kıpırdayamıyorum.

         O ölüm cehenneminde oğlum, oğullarım, kızlarım vardı. Körpecik, dünyayı tanımadan, hayatı yaşamadan, birilerinin; ihtiraslarının, öfkelerinin, kinlerinin kurbanı olmuşlardı. Ölüm vadisi diyorum ben oraya… Bu gezegende ne çok ölüm vadisi vardı. Geride kalanlara acı, kanayan yaralar bırakarak bir süre sonra derin sessizliğe gömülerek canavarın yeniden dirilmesi misali hortlak gibi ansızın ortaya çıkarak hayatı zehir eden vadi, vadiler.

        Demiri nasıl zamanında dövmek gerekiyorsa sözü de tam zamanında söylemelisin. Acının yüreğine oturduğu anda şiddetten, savaştan kaybettiklerinin geride bıraktıklarını teselli sözcükleri elbette çok anlamsız görünebilir. Ancak onları hayata bağlamanın başka çaresi yoksa yüreğine taş basıp o gerçeği kabullenip onlara söylemeliyiz. Belki de bozkırda yalnız başıma kalıp uzaklara dalan gözlerimden ışıltı yoktur. Ancak yine de vadinin derinliklerinde yaşananları sürekli hatırlatmanın, hatırlamanın kimseye yararı yok. Yeni vahşet vadilerinin yaşanmaması için sükûnetle, sabırla ölümü lanetlemek, öldürmenin vahşiliğinden uzak durmanın yollarını bulmak zorundayız.

  ---- Söyle ne olur; insanlar savaşmadan duramazlar mı, yaşayamazlar mı?

        Ne zor, aynı zamanda kolay bir soru. Durun, ne olur. Hepinize yeterim, hepinizi doyururum, hepinize barınak olurum. Yetinmesini bilirseniz bu gezegenin cennetini vat ediyorum. Din, dil, kimlik, renk, cins ayrımı yapmaksızın hepinizi bağrıma almaya hazırım. Yeter ki siz anlayışlı, anlaşılır olun.

        Önlerinde birbirlerini anlayacakları uzun bir hayat varken bir mermiyle niye yok olurlar, yok ederler. Bu saçmalık değilse, izahını yapar mısınız? Zaten bir gün öleceğini bile bile bu acele niye? Geride kalanlara acı yaşatmanın anlamı var mı? Sakın haklı, haksız savaş üzerine lafazanlıklarla gelmeyin. Herkes kendince makul gerekçeler ileri sürecek, haklaştırmaya çalışacak. Boşuna çırpınmayın, çabalamayın, beni ikna etmeye çalışmayın. İnsanın, insanların kurban edildiği her olay, çatışma, dava saçmalıktır, akıl tutulmasıdır. Ana yüreğine düşen bir ateşi söndürecek ilaç halen bulunabilmiş değildir.

  ------         Vadi kan gölüne dönmüşken hiçbir ana sevinemez, tıpkı benim gibi. Toprağa düşen her fidan beni derin kederlere sürüklüyor, kahır ediyor.