Sokaklarımız, boş gezen gençlerle dolu. Gençleri sokaklarda aylak aylak dolaşırken görmek, insanı üzüyor.  Eğitim görmeleri gereken bir dönemde, gençler enerjisini ziyan ediyorlar. Bu durum hem ülkemiz hem de onlar için büyük kayıp.

Bu sorun sadece Kırşehir’in değil ülkemizin genel bir sorunu. Gençler gece geç saatlere kadar gruplar halinde dolaşıyorlar. Grubun büyüklüğüne ve niteliğine göre taşkınlıkta artıyor. Bağrışmalar, yüksek sesle konuşmalar ve küfürler. Çevreye rahatsızlık vermekten hoşlanıyorlar bazıları sanki marifetmiş gibi bu durumdan zevk alıyor.  

Bu tablonun sorumlusu büyük ölçüde ebeveynler. Onlara sorduğunuz zaman, çocuklarının olumsuz davranışlarından bezmiş aileler olduğunu göreceksiniz.  

Böyle bir babaya sorduğumda şu cevabı verdi; ‘ancak onlar evden çıktığı zaman huzur buluyoruz’. Çoğu aile çocuğu ile iletişim kuramıyor. Bir başka veli çaresizce şunları söylemişti; ‘Hocam baba gibi konuştum, abi gibi konuştum, veli gibi konuştum, nasihat ettim, azarladım, tehdit ettim, dayak attım, ceza verdim baş edemedim çaresizim hiçbir yöntem fayda etmiyor bende kendi haline bıraktım’. Her anne ve baba çocuklarına doğal olarak etkin bir eğitim vermek, sorumluluk sahibi olmasını ister, fakat bunu nasıl yapacağını bilemez.

Çoğunlukla başvurulan yöntemler; Bağırma, azarlama, tehdit etme, nasihat verme, dayak, para vermeme ve odasına hapsetme vb. 

Kullanılan yöntemler aşırı hoşgörülü olmaktan aşırı ceza vermeye kadar geniş bir yelpazede yer alıyor.  Ellerinden geleni yapıyorlar ama kullandıkları yöntemlerle, istedikleri sonucu alamıyorlar.

Bu ailelerin ortak özelliği çocuklarına sınır koymayı bilmiyorlar. Mesaj verirken sözleri ve davranışı birlikte kullanmak gerekiyor, bunlardan birisi net değilse iletişim kopukluğu yaşarsınız. Bu konuyla ilgili güzel bir kitap okuyorum, eserde anlatılanları sizlerle paylaşmak istiyorum. Robert J. Mackenzie ‘çocuğunuza sınır koyma’ isimli eserinde ailelerin çocuğa bir sınır koymak zorunda olduklarını söylüyor.   

Örneğin; ‘çocuğa oyundan önce odanı temizle dediğimizde sözümüz ve davranışımız uyum içerisinde olmalıdır. Çocuk yine de odasını temizlemeden önce oyuna gidiyorsa ve odayı da anne temizliyorsa sözümüzle davranışımızın uyumlu olduğu söylenemez.  Örneğin; dokuz yaşındaki bir çocuk okulda kavga ettiği için evine gönderildiğini düşünelim. Baba çocuğunu karşısına alır nasihat eder sonra da dayak atarsa sözü ile davranışı arasında uyum olduğu söylenemez.

Çocukların eğitiminde sınırlar belirleyicidir. Sınırlar çocukların hem kendilerini hem de yaşadıklarını keşif ve öğrenmelerini sağlar.  Çocuklar yaşadıkları ortamın kurallarını anlamak ve öğrenmek isterler.  Kendilerinden ne beklendiğini, kontrolün kimden olduğunu ne kadar ileri gittiklerinde neler olabileceğini anlamak isterler.

Çocuk eğitiminde sorunlar sınırların net olmamasından kaynaklanır. Sözlerle davranışlar arasın da uyum olmazsa öğrenme süreci kolayca kırılabilir. Eğitim açısından yumuşak sınırlar etkisizdir. Asıl istenenin tam tersi sonuçlara yol açar. Ucu açık yönlendirmeler sınırları zorlamaya davetiye çıkarır. Aile ve çocuk arasında çatışmaya yol açar. Kararlı sınırlar beklentimizle ilgili net sonuçlar verir.  

Sınırları düzenlemek özgürlük ve sorumluluk arasında denge sağlamaktır. Her yaşta sınırları yeniden belirlemek, kuralları yeniden düzenlemek gerekir. Aşırı kontrol ve kontrolsüzlük özgürlük ile sorumluluk arasındaki dengeyi kuramaz.

Çocuk eğitimin de ne kadar tutarlı ve uyumlu olursanız çocuğunuz o kadar kısa süre de sözümüzü dinlemeyi öğrenir.  Sınırları zorlamaktan vazgeçer ve bizlerle iş birliği yapar. Verdiğimiz eğitim çocuğumun geleceğini belirler. 

Her gördüğüm de beni üzen bir olay, anne ve babaların ellerinde silah asker ve polis üniformalar giydirdikleri çocuklarıyla çarşı da Pazar da ve mitingler de boy göstermeleridir.    Siyasetimiz öyle çirkinleşti ki küçücük çocukları bile oy aracı olarak kullanıyorlar. Eğitim görmeleri bilgi sahibi olmaları gereken bir dönem de siyasi oy için çocuklar siyasete alet ediliyor. Bu protestolarımızın haklı nedenleri de olsa küçücük yavruların, beyinlerinde nasıl bir tahribat yaptığı düşünülmüyor. Yavrularımızın bilinç altılarını kin ve öfke ile dolduruyorlar. Bu mitinglerin, çocukların ruhunda oluşturduğu öfke ve kızgınlığın eninde sonunda, dönüp dolaşıp yine kendilerine zarar vereceğini düşünmüyorlar. Düşmanca duygular çocukların bilinç altılarında derin izler bırakır. Küçük yüreklerini sevgiden uzaklaştırır, özüne yabancılaştırır.

Psikologlara göre, öfke ve kızgınlık ‘Bileşik Kaplar Yasası’ uyarınca zamanla çevresine ve kendisine zarar verir. Eğitimcilere göre, çocuk; “Sürekli eleştirilmişse, Kınama ve ayıplamayı öğrenir. Kin ortamında büyümüşse, Kavga etmeyi öğrenir. Alay edilip aşağılanmışsa, Sıkılıp utanmayı öğrenir. Devamlı utandırılarak terbiye edilmişse, Kendini suçlamayı öğrenir.”

Eğitimcilere göre bir çocuk; “Hoş görü ile yetiştirilmişse, Sabırlı olmayı öğrenir. Desteklenip yüreklendirilmişse, Kendine güven duymayı öğrenir. Övülmüş ve beğenilmişse, Takdir etmeyi öğrenir. Haklarına saygı gösterilerek büyütülmüşse, Adil olmayı öğrenir. Kabul ve onay görmüşse, Kendini sevmeyi öğrenir. Aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse, bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.” 

Çocuklarımız, bizim her şeyimizdir, umutlarımızdır, geleceğimizdir, sevincimiz, mutluluğumuzdur. Eğitimcilere göre gençlik; gençlere bırakılmayacak kadar değerlidir. Gençlik çok kısa süren bir dönemdir. Değeri geçtikten sonra anlaşılır. Daha sonra da gençlik günlerimiz özlemle anarız, fakat her nedense kendi gençliğimizi yüceltir, günümüz gençliğini de küçümseriz. Onları sorumsuzluk ve saygısızlıkla suçlarız.

Gençliğin; öfkelerin, çatışmaların, yanılgıların, çelişkilerin, kararsızlığın yoğun bir şekilde yaşandığı dönem olduğunu unuturuz. Gençlik; hayallerin, tutkuların, ideallerin, sevgilerin, yenilgilerin, cinsel duyguların yoğun bir şekilde yaşandığı dönemdir. 

Gençlik bir anlamda tutkuların kölesi olduğumuz bir dönemdir. Bu dönemde karşımıza çıkan en küçük bir engele bile katlanamayız. Gençlik; doğruluğa, dürüstlüğe, onura daima paradan daha çok önem verir. Çünkü bu çağda paraya pek gereksinim duymamışlardır. İyilikseverdirler, çünkü yaşamın kötülükleri ile karşılaşmamışlardır. Yaşamın sillesini yememişler, koşulların ne derece sınırlı olduğunu henüz yaşayarak öğrenmemişlerdir. Gençlikte insanın duyguları, fireni patlamış kamyon gibidir.

Sevgilerinin, nefretlerinin, öfkelerinin pek fireni yoktur. Engelle karşılaşınca öfkeleri patlar. Hem kendilerine hem de çevrelerine büyük zarar verebilirler. Yaşam tecrübeleri pek yoktur, fakat her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunun için de çok yanılırlar. Kendisine ve çevresine zarar verebilirler. Bilmezler, bilmediği halde bildiğini sanmanın ahmaklık olduğunu çok geç öğrenirler. Çabuk üzülürler, çabuk sevinirler. 

Öfkeleri, nefretleri, sevgileri saman alevi gibidir. Gel geç hevesler en çok bu dönemde yaşanır. Bağımlılık ve bağımsızlık arasında bocalar dururlar. Anne babaya boyun eğmek de istemezler, onlardan ayrı kalmak da istemezler. Böyle bir bocalamayı hep yaşarlar, fakat özdeşim kurdukları yine kendi çevreleridir.  Bu durumu belgeleyen pek çok atasözümüz var.

“Kız anadan öğrenir; bohça düzmeyi, oğlan babadan öğrenir; koyun yüzmeyi.”   

 “Anasına bak kızını, kenarına bak bezini al.”

“Kız anasından görmeyince sofrayı kaldıramaz.”   

“Oğlan dayıya, kız halaya çeker.”

“Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.” 

“Oğlanın ki oğul balı, kızın ki bahçe gülü.”  

Çocukların anne ve babasıyla iyi özdeşim kurması için onlarla sıcak ilişkiler içerisinde olması gerekiyor. Çocukların davranışları çevresi tarafından beğenilir ve desteklerinse bu davranış şekli onun kişiliğinin bir parçası olur. 

Çocuk sevgiyi, öfkeyi, beklemeyi, nefreti, bencilliği, paylaşmayı çevresindekilerden öğrenir. Yaşam karşılıklı bir etkileşimdir. Bu etkileşimde sevgi sevgiyi, saygı saygıyı, nefret nefreti getirir. Ne ekersek onu biçeriz. Anne baba çocuğunu, öğretmen öğrencisini, usta çırağını yetiştirir.  Bu gençleri de bizler yetiştiriyoruz.