Bugün 110. yıldönümünü kutladığımız Çanakkale Zaferi, tarihin zirvesine diktiğimiz ölümsüz bir kahramanlık abidesidir. Kanımızla, canımızla yazdığımız silinmez bir kitabe, yüreklerimizi heyecan ve Türklük gururu ile dolduran ebedi bir kahramanlık destanıdır.

O günlere bir dönüp bakalım: Osmanlı Devleti, yüzyıllar süren savaşlardan yıpranmış, topraklarının önemli bir bölümünü kaybetmişti. Ancak emperyalistlerin kalan coğrafyada da gözleri vardı. Dünya onlar için bir sömürge alanıydı: İngilizler güneş batmayan bir imparatorluk kurmuş, İspanyol ve Portekizler Amerika kıtasının önemli bir bölümünü ele geçirmişlerdi. Fransızlar da Afrika’yı sömürmeye devam ediyordu. Ancak Osmanlı Devleti dünyanın geleceğini şekillendirilen petrol ve değerli madenler üzerinde oturuyordu. Bir şekilde bu değerli coğrafya ele geçirilmeliydi. İstenen fırsat I. Dünya Savaşı ile doğdu. Osmanlı orduları Kafkas, Galiçya, Mısır, Filistin, Irak bölgelerinde on cephede canını dişine katarak direndi. Bu direncin kırılması için İstanbul ele geçirilmeli ve Osmanlı savaş dışı bırakılmalı, Türkler bu coğrafyadan atılmalıydı. Bunun için Çanakkale önlerine gelen İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan tarihin en büyük donanması boğazı geçmek için bir hamlede bulundu. Ancak 18 Mart 1915 tarihinde görülmemiş bir direnişle karşılaşıp, ağır kayıplarla çekilmek zorunda kaldılar.

Batırılamaz dedikleri gemilerini suyun dibine gönderen topçuları susturamayacağını, Çanakkale’yi zırhlılarıyla geçemeyeceğini anlayan emperyalistler, Kanada, Avustralya, Hindistan ve diğer sömürgelerinden getirdikleri askerlerle Gelibolu yarımadasında kara muharebelerine başladılar. Bu muharebelerde binlerce vatan evladı, bu toprakların bedelini ödemek üzere canlarından vazgeçti.

Amacımız geçmişteki savaşların zaferleriyle mutlu olmak değil elbet. Eğer amaç vatan savunmasıysa, hürriyet davasıysa, bir ölüm kalım mücadelesiyse buna savaş diyemeyiz ve bunu anlatmak boynumuzun borcudur.

Vatan dediğimiz coğrafya, bedeli milyonlarca vatan evladının kanlarıyla ödenmiş bir topraktır. Bana deseler ki Çanakkale'yi üç kelimeyle anlat. Derim ki: Geldiler, gördüler ve döndüler...

Çanakkale'yi böylesine bir kahramanlık destanı yapan, silahlarının gücü değil, o silahı kullanan bir ruhtur. Bu ruh, imanın maddeye galip gelmesini sağlayan iman nurudur. O öyle bir nur ki çelik ve barut karşısında; inancın, imanın ve azmin zaferinin sembolüdür. O öyle bir nurdur ki ''Esir yaşamaktansa hür ölmeyi yeğlerim!'' diyen Türk milletinin göğsündeki iman gücüdür.

Mehmet Akif Ersoy’un destanlaştırdığı bu mücadelede Mehmetçik Bedir Savaşı’ndaki aslanlarla denk tutuluyor. Çünkü Bedir kaybedilseydi İslâm yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Çanakkale önünde Mehmetçik şunu biliyordu ki Osmanlı devleti yok olursa dünyada bağımsız hiçbir Müslüman devlet kalmayacaktı. Biliyorduk ki bu saldırılar tarihte birçok girişimi olmuş Haçlı Seferlerinin bu çağa uzantısıydı.

Davamız büyüktü bir o kadar da kutsaldı. Dava, vatan davasıydı. Vatan şu anda üzerine bastığımız kara topraktan çok daha ötesidir. Şairin dediği gibi:

Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,

Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Toprak kanla yoğrulmuşsa, bedeli canla ödenmişse, artık adı vatandır. Bizden önce bu topraklarda yaşayan atalarımız sebil ettikleri kanlarıyla bayrağa al rengini vermiş; canlarıyla bu coğrafyayı vatan yapmışlardır. Vatan; hür yaşamaktır, namustur, imandır. Vatan anadır! Bu milleti işte binlerce yıldır yaşadığı bütün coğrafyaları vatan yapan ruh işte budur.

Ve bir cennet bahçesine girer gibi kara toprağın altına girenler için yüce Allah diyor ki: "Onlara ölü demeyiniz, zira onlar diridirler". Ve biz biliyoruz ki şu an bizi izliyorlar ve yanımızdalar.

Allah bir daha bizleri gözü dönmüş emperyalistler karşısında vatanı savunmak zorunda bırakmasın. Yurtta ve dünyada hür ve barış içinde yaşayalım. Ama bizi biz yapan o Çanakkale ruhunu da kaybetmeyelim.

Bu ruhu anlatan bir şiirimi takdim ediyorum:

ÇANAKKALE’DE MEHMETÇİK

Çanakkale önünde birçok devlet,

Hepsinde vardı Türk’e karşı nefret,

Donanmayla gelip saçarken dehşet.

Silaha sarılıp haykırdı Mehmet:

Can verilir vatan verilmez elbet!..

Bir kural var beş bin yıldır değişmez:

Türk’ün başı asla öne eğilmez,

Dünya bilsin Çanakkale geçilmez!

Silaha sarılıp haykırdı Mehmet:

Can verilir vatan verilmez elbet!..

Tarihler boyunca kahraman ordu,

Kanla sulamıştı bu kutlu yurdu,

Bir taşını bile vermem diyordu.

Silaha sarılıp haykırdı Mehmet:

Can verilir vatan verilmez elbet!..

Dünya olsun bu kutlu cenge şahit,

Kalırsam gaziyim ölürsem şehit,

Vatan tehlikeye düştüğü vakit.

Silaha sarılıp haykırdı Mehmet:

Can verilir vatan verilmez elbet!..

Bu destan okunsun dünya durdukça,

Bu sevgi tükenmez kalpler vurdukça,

Bu millet hür yaşar ordum oldukça.

Silaha sarılıp haykırdı Mehmet:

Can verilir vatan verilmez elbet!..