Yereli yazmayı sevmiyorum. Türkiye’nin genel politik atmosferini de yazmayı sevmiyorum. İlginç politik bir laboratuvar olmasına rağmen düşünsel çölleşmenin olduğu bu ülkede önermelerde bulunmayı, analizler yapmayı zaman kaybı olarak görüyorum. Entelektüel birikimden ve ön görüden yoksun bu ülkede, fanatik siyasi müritleşmenin yarattığı bir kör dövüşü ortamında sisler arasında kaybolan varlıklarımızla, düşüncelerimizin kıymet-i har biyesinin olmadığına inanıyorum. Bu iç karartıcı ortamdan karamsarlığın rüzgârına kapıldığımı ve kendi içime çekilip, umursamaz bir ruh haline sürüklendiğimi de düşünmenizi istemiyorum.

Derin bir düşünsel; çürümüşlük, yozlaşmıştık halinin egemen olduğu dünyada ve ülkede bir çıkış yolunun olduğuna ilişkin umutlarımı da koruyorum. Her şeyin kirlendiği, kirletildiği bu dünyada ve ülkede dilin sağlığını korumasını da beklemiyorum. Çapsız politik aktörlerin elinde oyuncağa dönüşen varlıklarımızla savrulup gidiyoruz. Fanatik birer siyasi müride dönüşen yığınların gerçeğe ulaşma ve sorgulama diye bir dertlerinin olmamasının olağanlığı ile sürükleniyoruz.

Çok kötü zamanlara kaldık, yaşıyoruz düşüncesinde olmamakla birlikte “demirin tuncuna, insanın pu…na “ denk geldiğimizi de yadsımıyorum. Hereksin, her şeyi bildiğini iddia ettiği ancak ne hikmetse çoğunluğun “koyun sürüsü “ misali akıntıya kapıldığı bir zaman diliminde olduğumuzu söyleyebilirim.

Toplumsal yapının ve değişimlerin yukarıdan aşağıya dizayn edildiği bu ülkede yıllardır “demokrasicilik “ oyunu ve “eşitlik” masalıyla avutuluyor, oyalanıyoruz. Kâğıt üzerinde eşit olduğu var sayılan, hiçbir hukuki kuralın uygulanmadığı, yönetenlerin üstünlüğüne ve ayrıcalığına dayalı bir sistemin çağdaş olmasını beklemek hayaller âleminde yaşamaktır. Yönetimi ele geçiren politik aktörler bu ülkede hep ayrıcalıklı ve dokunulmaz oldu. Ağır olmakla birlikte yirmi yedi mayıs yol kazası hariç hiç biri sorumlu tutulup, cezalandırılmadı.

Politika bu ülkede, ayrıcalıklı ve bir zenginleşme aracı olarak görüldü ve uygulandı. Kamu kaynakları pervasızca talan edildi. Kamu maliyesi rant, kamu gücü üstünlük ayrıcalığına dönüştürüldü. Her tür kötülüğün üstü kamu gücü kullanılarak örtüldü. Sorgulanamayan bu güç yargılamadan da muaf tutuldu. Muhalif politik aktörlerin kamu kaynağına ortak olma veya pay alma isteği yargısal güçle bastırıldı. Hukuksal eşitlik kâğıt üzerinde el sallamakla yetindi.

Yerelden başlayarak yönetimdeki politik aktörler genele doğru “demokrasicilik” oyununu hünerli bir şekilde oynadılar ve oynuyorlar. Ve dilleriyle, uygulamalarıyla bunu ifşa etmekten çekinmediler. Ben öncelikle bu ülkenin kirlenmiş sözcüklerden, kirletilmiş dilden kurtulması gerektiğine inanıyorum. Her kirlilik beraberinde fanatik, sorgulamadan, anlamadan uzak ve birbirine yabancılaşan insan yığınları yaratmaktadır. “Ötekileştirici”, aşağılayıcı, küçümseyici, dışlayıcı dil; sağlıklı, normal düşünmenin ve yaşamın önündeki en büyük engeldir. Bundandır politik aktörlerin öncelikle dil eğitiminden geçmesi gerektiğine inanıyorum.

Bu kenti seviyorum. Bu kentte yaşamaktan, bütün olumsuzluklarına rağmen mutluyum. Bu duygumu çeşitli vesilelerle yazıyorum, dile getiriyorum.

Bu kenti; kasaba kültürü üstüne çıkamayan, bilgi birikiminden yoksun politik aktörlerine, arada depreşen çakma “gazeteci” kılıklı tetikçilerine, fanatik politik müritlerine rağmen seviyorum.

Ve tarafım…

Yazar olarak tarafım; çürümeye, yozlaşmaya, talana, yağmaya, soyulmaya karşı durmaya çalışıyorum.

Kentin çağdaş bir düzeye ulaşmasının tarafıyım.

Politik ve yaşam dilinin kirletilmesine karşı tarafım.

Kişisel çıkarlar ve beklentiler uğruna kentin geleceğinin heba edilmesine karşı tarafım.

Bu kentin; doğasıyla, tarımıyla, suyuyla, havasıyla talan edilmeden, yok edilmeden, zehirlenmeden bir sonraki nesillere temiz bırakılması için mücadelenin tarafıyım.

Yazan birisi olarak bu benim ahlaki, vicdani sorumluluğumdur.

Kentin; talan edilmesine, soyulmasına, zehirlenmesine, susuzluğa, çölleşmesine, çöp dağlarına sürüklenmesine suskun, sessiz kalanlara, destek veren politik aktörleri ile çıkarcı “gazeteci” kılıklı tetikçilerine karşı bu akdim kenti seveceğim ve savunacağım. Hiç kimse ile anlamsız politik polemiklere girmek istemiyorum. Sessiz ve suskun kalıp kentin yıkımına seyirci kalmaktansa politik bir çevreci olmayı tercih ederim. Karşıtlarım tarafından marjinal olarak nitelendirilmem umurumda değil.

Hiçbir beklentim, makam, mevki, rant derdim yok ve olmayacak. Asırların kadim kentinin veba virüsüne kurban edilmesine direneceğim. Bu bireysel karşı duruş kente karşı olan sorumluluğumdur.

Bu kentin sessizce ölümüne tanıklık etmek istemiyorum. Bu kenti sevmenin hamasetin ötesinde onun geleceğine sahip çıkmakta olduğuna inanıyorum.

Ben bu kenti seviyorum.