30 gün süren Ramazan’ın ardından kutladığımız bir bayramı daha geride bıraktık. Tabi gönül ister ki her günümüz bayram içinde huzurlu ve mutlu geçsin. Ama ne yazık ki çoğu zaman hiç te öyle olmuyor.

İki yıldır devam eden koranavirüs nedeniyle sevdiklerimizden, akrabalarımızdan, dostlarımızdan uzak bayramlar kutlamak zorunda kaldık.

Bayramlarda hiç istemesek de bazen üzücü olayları ya da görmek istemediklerimizi görüyor ve yaşamak durumunda kalıyoruz.

Kırşehir’de bu Ramazan ayı oldukça sakin ve huzurlu bir ortamda geçti diyebiliriz. Geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da Belediye tarafından her gün bir yerde iftar çadırları kurulup şatafatlı iftar yemekleri verilmedi. Sadece bazı mahallelerde iftardan sonra şenlikler düzenlendi.

Türkiye’de olduğu gibi Kırşehir’de de büyük zamlar nedeniyle insanların alım gücünün düştüğü, fakirleştiği bir ortamda Kırşehir Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu’nun böyle savurganlık yapmasını kimse de bekleyemezdi. Sadece bayramdan bir-iki gün önce Cacabey Meydanı’nda bir kez gösteriş ve şovdan uzak bir iftar yemeği verildi o kadar.

Ramazanın en güzel tarafı imkânlarımız ölçüsünde fakirlere yardım edip, muhtaçları hatırlamak. Ramazanda maddi, manevi ve huzur mutluluğu bir arada yaşadık ve bayrama ulaştık.

Bayramlarımız, dini ve milli bayramlarımız…

Coşku, huzur ve mutluluğun sembolü bayramlar. Milli ve manevi kültürümüzün temel taşı bayramlar.

Coşku ve sevinci doya doya yaşadığımız bayramlar…

Bayram deyince çocukluk yıllarım gözlerimin önüne gelir. Heyecandan uyuyamadığımız bayram geceleri…

Sabah erkenden büyüklerimizle birlikte bayram namazına gittiğimiz o günler…

Artık hepsi mazi oldu. Çok gerilerde kaldı…

O çocukluk yıllarımızdaki bayram hazırlıkları… Daha bir ay önceden kendimizi bayrama hazırladığımız günler.

Sonra da ev ev gezip şeker topladığımız yılları dün gibi hatırlıyorum.

Kırşehir’de çocukluğumu yaşadığım mahallede herkesi tanıyor ve biliyorum. Hatta eşini, çocuklarını hep adıyla hatırlıyorum.

Şimdi böyle mi?

Bırakın mahalledeki herkesi tanımayı aynı apartmanda oturan 5-10 kişi bile birbirini tanımıyor. Ne bayramda, ne de cenazede bir araya geliyor!

Oysa eski bayramlar, eski komşuluklar böyle miydi?

Ben çok iyi hatırlıyorum. Her bayram evimizde bir hazırlık başlardı. Evde süpürülmeyen, silinmeyen tek köşe kalmazdı. Camlar itinayla silinir, kapılar, pencereler elden geçerdi. Kırık, bozuk, boyasız ise onarılırdı. Halılar yıkanırdı. Bir gün önceden yani arife günü evdeki bütün işler biterdi. Akşamdan banyomuzu yaptırırdı annem…

Sabahı zor eder, babamla birlikte bayram namazına giderdik. Namazdan gelince tertemiz giysilerimizle anne ve babamın, ağabeylerimin, büyüklerimin ellerini öperdim. Komşu gezmelerinden sonra akraba ziyaretlerimiz başlardı. Komşularımızı ziyaret ederdik.

Eskiden komşularımız bol bol şeker ikram ederlerdi. Annem “Birer şeker alın!” diye sıkı sıkı tembihlediği için birer şeker alıp teşekkür ederdik. Ev sahibi ısrar ederse ikinci şekerleri de sevinçle alırdık. Bazen harçlık da verirlerdi ama kâğıt para değil, madeni para olurdu hep…

Almadan önce annemizin gözüne bakardık. Gözüyle onaylarsa alırdık, yoksa reddederdik.

Bayramda evimiz dostlarımız, akrabalarımızla dolup taşardı. Bize gelenlere biz de iade-i ziyarette bulunurduk. Şimdi birçok değerlerimizi, gelenek ve göreneklerimizi kaybettiğimiz gibi bayramlarımızı da bayram gibi kutlayamıyoruz.

Kırşehir’de eskiden bayram öncesi akrabalar, komşular bir araya gelir pastalar, börekler, baklavalar yapar, bayramda ziyaret edenlere ikram ederlerdi. Şimdi bu geleneğimiz de bitti. Neredeyse evde tatlı yapılmaz oldu. Ne de olsa tatlıcılar var. Al kilo kilo ye, ikram et.

Bayram ziyaretleri de bitti gibi. Nedendir bilinmez ama bu böyle. Şimdi bizim çocukluğumuzdaki gibi çocuklarımızın giyim ihtiyacı yok, bayramlık kıyafet ne ki! Anne ve babalar çocuklarına her gün kıyafet alıyor. Çünkü modayı günlük takip eder olduk. 

Bırakalım konu komşuyu da bayramda bile babamızı, anamızı, amcamızı, dayımızı, halamızı ziyaret edip, bayramlarını kutlamıyoruz ne yazık ki…

Şimdilerde bayramı tatile çevirenler var. Çoğu misafir ağırlamamak için adeta kaçıyorlar nedense!

Tatil tatil gibi, bayram bayram gibi yaşanmalı diye düşünüyorum. Unutmayalım ki akrabalık, komşuluk ve aile bağlarımız bayramlarla güçlenir.

Oysa bayramlar, özel günler toplumsal yapılanmanın, ortak bilincin, duyguların, kültürel ve geleneksel dokunun oluşumunu sağlayan, yansıtan çok önemli günlerdir. Toplumsal zenginlik ve değerleri, birlik, beraberlik, dayanışma, yardımlaşma bilincini oluşturur; birbirini anlamayı, ortak hareket etmeyi, aynı amaçlara kitlenmeyi sağlar, hatırlatır, diri tutar.

Evet, bir bayram daha geçti. Kırşehir’de o eski bayramların tadı tuzu kalmadı nedense. Ya yaşımızın ilerleyişinden ya da ekonomik nedenlerden dolayı olsa gerek bayramı bayram havasından yaşamıyoruz artık.

Akrabaların çoğu birbirine küs, kırgın.  Bacı kardeşin, kardeş kardeşin kapısını çalmıyor bayramda bile…

Sonra bayram sabahı hocalarımız vaaz verir cemaate, hadisi şerifleri hatırlatır ve der ki “Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları, kardeş olun! Bir Müslümanın diğer kardeşine darılarak üç günden çok uzaklaşması helâl değildir.”

Buna inanan, gereğini yapan kaç kişi var ki?

Dünden güne böyle böyle değerlerimizi kaybediyoruz. Akrabalıklar, dostluk ve arkadaşlık bağları kopuyor, artarak da kopmaya devam ediyor.

Küslerin barıştığı, kırgınlıkların ortadan kalktığı bayramları o kadar çok özledik ki…

Birbirimize kenetlenirsek, birlik ve beraberlik içinde olursak, barış, huzur ve istikrar içinde daha kalkınmış ve daha mutlu bir Türkiye hedefine mutlaka ulaşırız diye düşünüyorum.

Ülkemiz bugün zor ve sıkıntılı bir süreçten geçerken, birlik ve beraberliğe ne kadar çok ihtiyacımızın olduğu ortadadır. Bu dönem, belki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden beri; insanların daha çok kaynaşmaya ihtiyacı olduğu bir dönem. Bu dönemde kaynaşmaktan başka çaremiz yok. Çünkü tek kurtuluş birlikte yaşamakta ve birlikte bir şeylere çabalamaktan geçiyor.

Biz bir bütün olarak büyüyüp, bir bütün olarak var olup, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet yaşaması adına birlikteliğimizi güçlendirerek devam edip, Büyük Önderimiz Atatürk’ün gösterdiği hedefe ulaşmak zorundayız. Herkesin de bu bilinçle hareket etmesi olmazsa olmazlarımızdan birisidir.

Ama maalesef hiç de böyle olmuyor.

İnsanların içini kin ve nefret kaplamış, hasetlik ve çekememezlik için şu üç günlük yalan dünyanın nimetlerine kapılmış gidiyor.

Ne diyelim, üç kuruşluk menfaat için kırkla takla atıp, her türlü riyakârlığın ve dedikodunun içinde olanlara yazıklar olsun.