Kırşehir’de doğup büyümüş, sonradan Beyrut’a yerleşerek ticaret hayatında önemli bir yer tutmuş olan hemşehrimiz Karabet Kasparian’ın Beyrut’tan kaleme alıp yazdığı ve gazeteci Dursun Yastıman ağabeyimize gönderdiği 1970’li yılların başında Kırşehir’de yayınlanan bugünkü yerel gazetelerimizin pek çoğundan daha içerikli olan Dursun Yastıman ağabeyimizin sahibi ve Yazı işleri müdürü olduğu “Kırşehir” Gazetesi’nin 29 Haziran 1974 Cumartesi tarihli sayısında yayınlanmıştır. 42 yıl önce yayınlanan benim ve diğer birkaç arkadaşla 24 kadrat’a ayarlı kumpasla dizdiğimiz ve pedal baskı makinasında Ali Taşkın’la, Veli Yılmaz’ın bastığı ve benim o yıllarda dağıttığım “Kırşehir” gazetesindeki bu güzel yazıyı siz “Kırşehir Çiğdem” okurlarımızla bir kere daha paylaşmak istiyorum: “Geçenlerde bir iş takibi için limana gitmiştim.

Kırşehir’de doğup büyümüş, sonradan Beyrut’a yerleşerek ticaret hayatında önemli bir yer tutmuş olan hemşehrimiz Karabet Kasparian’ın Beyrut’tan kaleme alıp yazdığı ve gazeteci Dursun Yastıman ağabeyimize gönderdiği 1970’li yılların başında Kırşehir’de yayınlanan bugünkü yerel gazetelerimizin pek çoğundan daha içerikli olan Dursun Yastıman ağabeyimizin sahibi ve Yazı işleri müdürü olduğu “Kırşehir” Gazetesi’nin 29 Haziran 1974 Cumartesi tarihli sayısında yayınlanmıştır.
42 yıl önce yayınlanan benim ve diğer birkaç arkadaşla 24 kadrat’a ayarlı kumpasla dizdiğimiz ve pedal baskı makinasında Ali Taşkın’la, Veli Yılmaz’ın bastığı ve benim o yıllarda dağıttığım “Kırşehir” gazetesindeki bu güzel yazıyı siz “Kırşehir Çiğdem” okurlarımızla bir kere daha paylaşmak istiyorum:
“Geçenlerde bir iş takibi için limana gitmiştim. Sıra sıra dizilmiş, irili ufaklı, muhtelif milletlere ait yolcu ve yük gemileri vardı. Kimi yük alıp veriyor, kimisi yolcu indirip alıyor her renkten ve milletten insanlar oraya buraya insanlar sakin gidip geliyorlar.
Ben de bunlardan birisi olarak rıhtımın demir parmaklıkları arasında ilerliyorum. Bacasında Devlet Deniz Yolları’nın arması bulunan gemiye gayri ihtiyari gözlerim takıldı. Bir his beni oraya mıhladı. Geminin baş tarafındaki yazıyı okumaya başladım:” Kır-şe-hir…”.
Allah Allah, hayal mi görüyorum? Çatallanmış gözlerle har, harf hece, hece tekrar tekrar okuyorum. Yanımdan yöremden gelip geçen insanlar, karşıdan deniz üstünde kesik kesik egzoz sesleri çıkararak yüzen mavnalar, ileride caddeden vızır vızır geçen renk renk otomobiller…
Demek ki hayal görmüyorum. Ve biraz ilerimde duran, buram buram dumanı tüten gemi “Kırşehir”.
İşte bu anda gemi gözümün önünde güzel şehrimizin ortasında yükselen, her sabah arkadaşlarla beraber itişe kakışa tırmandığımız kale oldu.
O zaman ki şevk ve güçle tırmanmaya başladım. Hükümet konağımın üstünde etrafı seyre başladım.
Karşımda obruk bir elmas yığını heybetiyle pırıl pırıl. Sola doğru baktıkça bit eviye uzanmış mor dağlar.
Akbayır, sevgilisin kolları açmış, beyaz göğsüne bir gelin saflığı ve tazeliğiyle bastırıyor.
Yeşil bir ok gibi dilek bağı ve öz uzanıyor.
Biraz daha dönünce ne tadına ne kokusuna şimdiye kadar hiçbir yerde rastlayamadığım üzüm bağlarıyla çevrili Kındam. Ve nihayet bakımsızlığının ve ilgisizliğini verdiği utançla kızıla vurmuş Aşıkpaşa türbesi mahsun duruyor.
Bu temaşa içerisinde Özbağ’dan beri süzüle süzüle akan, yeşillikler arasından yer yer açılan kavak telleri gibi parlayan Kılıçözü’nü seyrediyorum.
Bir sevgili ki heyecanıyla koşa koşa aşağıya inip kendimi Ekiz arasına bırakıyorum.
Gür dallarını ve yapraklarını çayırın üstüne koruyucu haşmetiyle gelmiş bir söğüt bedenine sırtımı dayayıp oturuyorum.
Sulanmış ve büzülmüş gözlerle seyrediyorum.
Yeşilin, sarının, morun arasından mışıl mışıl akan ırmak bir söğüt dalını almış götürüyor. Karşıdaki sıra sıra muntazam aralıklarla dizilmiş kavak ağaçları bir vazo güzelliğiyle mavi göğe doğru süsülüyor. Bunların arasında bülbülün kanaryanın her cinsi bütün namelerinin döktürüyorlar.
Yer yer fırlamış iğde ağaçların tarifi imkansız kokularını sanki tükenecekmiş gibi esirgeye esirgeye teneffüs ediyorum.
Belki bir daha çok şeyler görecek ve duyacaktım. Geminin kalın ve uzun uzun düdüğüyle uyandım.
Başımın yarısı girebildiği kadar demir parmaklıklara girmiş, iki kolum parmaklıklara asılmış her pencereden ve güverteden arkadaşlarım komşularımız baba dostlarımız sanki el sallıyorlar. Ben de onlara sevgi ve hasretten yapılmış buketler yolluyorum.
İşte aziz hemşehrilerim; ”Kırşehir mavi denizin enginliklerinde yavaş yavaş arkasında beyaz köpükler ve duman bıkarak kayboldu.”

07.02.2016