Türkiye’de kadınlar ilk defa kendi hakları için mücadele veriyor.

Kadınlarımız, “Bedenime dokunma”, “Ayrımcılığa son!”, “Bedenimiz bizimdir!”, “Doğurup doğurmama, kürtaj hakkı bizimdir!” vb. sloganlarla büyük şehirlerde gösteri yapıyorlar. Kürtaj ve sezaryen haklarının sınırlandırılmasına karşı çıkıyorlar. Göstericilerin bazıları dağıtılıyor, bazıları tutuklanıyor, bazıları da yumurta atıyor.

Kısaca ülkemizin dört bir yanında kadınlar, hakları için mücadele veriyor.

Tabi küçük şehirlerde, kasabalarda böyle bir protesto, gösteri yapılmıyor. Büyük şehirlerde yapılıyor.

Gazetelerde, dergilerde kadınlar, kürtajın yasaklanmasını Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Sözleşmesinin Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi İlkesine (CADEW) aykırı olduğunu savunuyorlar. Bunun için de internette “Bedenime dokunma” adını verdikleri bir imza kampanyası başlattılar.

Kadınlar, kürtaj ve sezaryen konusunda önümüzdeki günlerde çıkarılacak bir yasayla doğal haklarının ellerinden alınacağını savunuyorlar. 

Kadınların ilk defa hakları için böyle bir kampanya başlatmaları elbette takdir edilecek bir durum.  Bugüne kadar dini simgeler ve etnik siyaset konusunda ön plana çıkan kadınlar, ilk defa kendi hakları için gösteri yapıyorlar.

Kadın haklarındaki gelişme demokrasinin gelişmesidir. Demokrasinin gelişmesi de ülkemizde insan haklarının, bireysel hakların gelişmesidir.

Kürtaj ve sezaryen, kadınların bir sorunudur.                                                                                     

Bu sorunu kadınlar, acılarıyla, sevinçleriyle, mutluluklarıyla kendi bedeninde yaşar.

Kadınların dışında ne politikacılar ne de din adamları bu sorunu kendi bedenlerinde, ruhlarında yaşamaz.

Bir çocuğu 9 ay 10 gün karnında taşıyan, onun mutluluklarını yaşayan, gecelerini uykusuz geçiren, ağrılarını çeken kadının kendisidir.

Kim ne derse desin çocuk, sadece kadının bir parçasıdır. Doğmadan önce, doğduktan sonra da onun tüm çilesini çeken kadının bizzat kendisidir. Kısaca merkez kadındır.

Sakat ve hasta çocuğunu büyütmekle sorumlu olan, onu doyuran, yıkayan, altını temizleyen annedir.

Kadınları bunların dışında tutarak, onların yaşamlarıyla ilgili kararları geçmişte politikacıların ve din adamlarının vermesi gelecekte de onların vereceği anlamına gelmez.

Gelişmemiş toplumlarda kararları kadınlar adına yöneticiler veriyor.

Bugün kadınların verdiği mücadele bir hak, bir özgürlük mücadelesidir.

Kadınların özgür iradeleriyle kendi bedenleri hakkında karar vermeleri de en doğal haklarıdır.

Kadınların bu haklarının sınırlarının ne olacağı toplumsal uzlaşmayla sağlanır. Önümüzde gelişmiş toplumların durumları var. Onlar örnek alınarak kendi bünyemize en uygun olan yasalar çıkarılır.

Tarihin tozlu sayfalarına baktığımızda haklı mücadeleler, hep başarıya ulaşmıştır.

Doğru olan budur, insani olan budur.

Tarih, bireylerin özgürlük mücadelesidir.

Özgürlüğü için mücadele etmeyen hiçbir toplum özgür olamamıştır.

Gelişme, ilerleme sadece teknoloji değil, bireylerin daha özgür olmasıdır.

Özgürlük, insani değerlerin kaynağıdır.

Özgürlüğü elinden alınan insan, sıradan bir canlıdır.

İnsanca güzelliklerin kaynağı özgürlüktür.

İnsan, kendisinde bulunan değerleri, yetenekleri ancak özgür olduğu zaman ortaya çıkarır.

Özgür olmayan bir insan, ahlaki bir varlık da değildir.

Ahlakın temeli bireyin özgür olduğu ilkesidir.

Özgür olmayan birey, davranışlarının sonuçlarından da sorumlu değildir.

Biz ancak özgürce hareket eden insanları, davranışlarından dolayı sorgulayabiliriz.

Bu bakımdan ahlakla özgürlük iç içedir.

Atatürk; “Gelişimin ve kurtuluşun anası, özgürlüktür!” der.

İşte tüm bu nedenlerden ötürü kadınlar, özgürce karar vermek istiyorlar.

Yöneticilerin, baskılarından kurtulup kararın merkezini de kendilerinin olmasını istiyorlar.

Kadınların özgürlük mücadelesi Fransız İhtilali ile birlikte başlar.

“Kadın Hakları Bildirgesi” ilk defa 1791 yılında Fransız kadınlar tarafından yayınlanmıştır.

Kadınlar, Fransa’da 1831, İngiltere’de 1832, İskandinav ülkelerinde 1880 yıllarında politik hakları için mücadele etmeye başlamışlardır.

Kadınların cinsiyet ayrımına karşı çıkmaları, erkeklerle birlikte ortak haklara sahip olmaları bir mücadele sonunda gerçekleşmiştir.

1909 yılında siyasal haklarını isteyen kadın göstericiler, İngiltere hükümetinin görevlendirdiği Atlı Polisler tarafından Londra’da kanlı bir şekilde bastırılmıştır.

Tüm dünyada kadınlar, haklarını kazanmak için çetin mücadeleler vermiştir. Bu mücadeleyi vermeyen ülkeler de kadınlara hakları da verilmemiştir. Bunun pek çok örnekleri vardır.

Örneğin Arabistan’da kadınların pek çok haklarıyla birlikte araba sürme hakları dahi yoktur.

Türkiye’de kadınlar, haklarını kazanmak için fazla mücadele vermemişlerdir.   Ülkemizde

Kadın hakları 05.12.1934’te TBMM’de kabul edilen bir yasayla verilmiştir.

Yapılan ilk seçimler de 17 kadın üye meclise girmiştir.

Kadınlar, Atatürk’ün verdiği bu haklar sayesinde mücadele etmeden bu haklarına kavuşmuştur.

Türk kadınına bu haklar verildiğinde Avrupa, Amerika ve Asya’daki pek çok ülkede kadınlara bu haklar verilmemişti.

Türkiye kadınlara siyasal hakları tanıyan ilk İslam ülkesidir.

Atatürk, bu konuda şunları söylemiştir:

“Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşur. Mümkün müdür ki bir kitlenin, bir parçasını, ilerletelim, diğerini görmemezlikten gelelim de kitlenin tümü ilerlemeye imkân bulabilsin? Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı zincirlere bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları dediğim gibi iki cins etrafında beraber, arkadaşça atılmak, ilerleme ve yenileşme sahasına birlikte, kesin aşamalar yaptırmak lazımdır.

Kadınların statüsünde iyileşme, Tanzimat’la birlikte başlamıştır. 1842 yılında ilk ebelik kursları, 1858’de ilk kız rüştiyeleri, 1870’te kız öğretmen okulları, 1914 yılında ilk İnas Darülfünunu (Kız Üniversitesi) açılmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın başlatanlardan biri de Halide Edip Adıvar’ın Sultanahmet Mitinginde söylediği şu sözlerdir;’Davamızı ilan ediyorum. Bu davamız da Türkiye’nin hak ve istiklalidir.’ 

Halide Edip dışında Asker Saime, Kılavuz Hatice, Tayyar Rahmiye, Fatma Seher(Kara Fatma), Gördesli Makbule, Binbaşı Ayşe, Nezahet Hanım, Süreyya Sülün Hanım, gibi pek çok kadın, etkili rol oynamıştır.

Kadınlarımız, çağdaş, gelişmiş toplumların kadınlarının sahip olduğu hakları istiyorlar. Bu konuda mücadele ediyorlar.

Kadın haklarındaki gelişme demokrasimizin gelişmesiyle paraleldir.

Atatürk’ün de söylediği gibi bir toplum kadın ve erkek iki cinsten oluşur. Her ikiside yasalar önünde eşit olmalıdır.

Kim demiş bir kadın küçük şeydir, bir kadın belki en büyük şeydir.