Bayram dediğin, eğlenme, gülme ve sevinme günüdür. Türkçede bayram kelimesi ilk olarak Kaşgarlı Mahmut’un Divan- ı Lügati-Türk adlı eserinde “bedhrem” olarak geçer ve yine Kaşgarlıya göre sözcük Oğuz Türkleri tarafından “beyrem” şekline dönüşmüştür.

Ramazan ayında farz olan orucun tamamlanmasının ardından İslam aleminde ilk üç gün bayram günü olur. Temizlikler, tatlılar yapılır, şekerler, harçlıklar hazırlanır. İlk sabah namazla karşılanır. En güzel kıyafetler giyilir. O günkü sofranın adı “bayram sofrası” olur.

Bir yandan da bayram günlerinin eğlenme, gülme ve sevinme günü olabilmesi biraz şans, biraz da kader işidir. Yoksulluk ve başa gelen olaylar neticesinin sınavında bazılarımız için bayram, eğlenme, gülme ve sevinme yerine yerini buruk bir hüzne bırakabilir.

Düşünsenize, bayram günü cenaze gününe dönüşenler, mahkumiyetleri nedeniyle ailelerinden uzak düşenler, çocuklarına bayramlık alamayanlar, huzurevine emanet edilen ama çocuk ya da çocukları tarafından aranmayan yaşlılar, kaybettiği yakınlarının bulunup mezarları olsun hayali kuran depremzede vatandaşlar, Evlat acısı yaşamış anneler… Bu insanlarımız İçin zordur bayram günleri. Buruktur. İçinde hüzünlü dalgınlıklar taşır elbette.

 Diğer yandan insan bayram günlerini eski bayram günleriyle karşılaştırmadan edemez. Bir “ah!” ünlemiyle düşüverir zihninin karşılaştırmalarına.

Biraz çok eskiye gidersek, mesela Osmanlı’ya, şairlerinin “ıydıyye”(bayramı konu alan şiir) türünde kasideleri vardır. Meydanlarda Karagöz- Hacivat oynatılır. akide şekeri, mesir macunları, pişileri dağıtılır. Oruca direk vuran miniklere ilk oruç hediyeleri verilir. Mahya sanatı konuşur. Diş kirası geleneği ile maddi durumu iyi olmayanlara hediyelerle yapılan ziyaretler yapılır.

 Türkiye Cumhuriyeti’ne geldiğimizde benim yaşımda olanlar fark etmişlerdir ki geleneklerimizin bayram sevincinde tamama erdiği dönem 90’lı yıllardır. Çünkü en son bu zamanda doyasıya sokaklarda oynayabilmiştir çocuklar. Yaşadığı mahalle en bu zamanda en güvenilir oyun alanıdır. Sapıkları, kalleşleri çıkmaz oradan buradan. Sayısız oyuncakları, marka ayakkabıları, kıyafetleri, boyamaları, kalemleri yoktur çocuklarının. Bayram günü için alınan yeni kıyafetin, yeni ayakkabının mutluluğu içindedir. Arife günleri kınalar yakılır kızların avuçlarına. Neredeyse bütün çocuklar köpekler havlamadan önce yatardı. Tüm mahalle çocukları hep birlikte dayanırdı komşunun kapısına.” Olacak O kadar” da oldukça özgürdü Levent Kırca. Siyasetin yüzleri iktidarıyla muhalefetiyle yuvarlak bir masada bayram kutlardı. Bayram ziyaretleri otobüslerde başlardı, gülümseyen paylaşımlar da. Yer yataklarından görünmezdi halılar.

 Peki ya şimdi? Evlerimizin dışı güvenilmez yerler. Komşuların varlığı hayatımızda hukuki anlamda. Bayramlaşmak şöyle dursun, yalnızlarının cesetleri kokmadan fark edilmiyor yoklukları. Çocuklarımızın arkadaşları yerine fazla fazla oyuncağı ve kıyafetleri olduğundan bayramlık sevincini aşırı yoksulları dışında hiç hissedemiyorlar bizler gibi. Bazı elini öptürme yaşında olanlar evlerinde yoklar. Sosyal medyada soyunuyor, tuhaf tuhaf paylaşımlar yapıyorlar. Çekirdek aileyle sınırlı bayram ziyaretleri. Birçok damadımız bayram ziyaretine götürdü diye gelinlerini sıkıntı yaşayacak gizli kapaklı. Ya da tersi. Sosyal medyada en havalı, en gezgin ve havayı öpen paylaşımlarının keşfet şansı bombaların içinde kalan çocukları geçecek bu gün de. Günün anlam ve öneminin altını çizen eski gelenekleri yaşatamadık, turist çekecek vaziyete getiremedik maalesef. Kafelere doluşacak pek çoğumuz. Bulunduğumuz kalabalığın arasından her fırsatta avuçlarımızdaki teknolojiye bırakacağız kendimizi. Kadınlar mutfaktan çıkamayacak bir türlü. Diyetisyenleri çıkaracaklar haber bültenlerine çok yiyenlere tavsiye vermeleri için. Bu da iki binli yılların bayram resmidir.

 Sizlere iyi bayramlar diliyorum efendim. Bekleyenlerinizi unutmayınız. Trafik kurallarına dikkat ediniz, Allah’a emanet olunuz.