Bir önceki yazıda soykırım yalanı ile mücadelenin öneminden bahsetmiştim. Bu yazıda ise genelde bilinen olayları paylaşmayı hedefledim. Olaylarla ilgili gerçekleri tekrarlamak bilgi alt yapımızı sağlam, hafızamızı canlı tutacaktır. Soykırım yalanı ile mücadelemizde, konuya etki eden gerçekleri bilmek oldukça önem taşımaktadır. Aksi takdirde, konuyu Türkiye’ye karşı bir baskı ve tehdit unsuru olarak kullanan ülkelerin, bu ülkelerdeki sivil toplum örgütlerinin ve öne çıkan kişilerin propagandalarına karşı seyirci kalma ihtimalimiz artar. Bu nedenle, Ermeni konusunun kaynağını, hangi aktörlerin rol aldığını, Osmanlı’ya sadık olan bir milletin nasıl ihanete teşvik edildiğini, asıl katliamın Türk ve Müslüman ahaliye yapıldığını, çarpıtılan gerçeklerin ülkeler tarafından hangi saiklerle kullanıldığını bilmek gerekir.

I. Dünya Savaşı Öncesi:

                 Meselenin özü birçok yerde yazıldığı gibi Rusların, Osmanlı coğrafyasında Ortodoks Hristiyanlarla temas sağlaması ile başlamış ve Osmanlı Ermenilerini olmayacak hayallere yönlendirmesi ile devam etmiştir. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodoksların hamiliğini üstlenen Ruslar, elçileri vasıtasıyla istihbarat çalışmaları yapmış ve Ermenileri örgütlemiştir. Osmanlı Devleti’ne karşı Ermenileri istismar edebileceğini anlayan Ruslar 19. yüzyıl boyunca çalışmış ve 20. yüzyıl başlarında bunun meyvesini almıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonucunda imzalanan Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması ile Ermenilerin durumu uluslararası bir hüviyet kazanmıştır. Hiçbir yerleşim yerinde çoğunluk oluşturamayan Ermeniler, devlet kurma hayali ile komiteler teşkil etmiş, parti kurmuş ve isyanlara başlamıştır. 1878’den sonra işgal altındaki doğu Anadolu’da Rusların himayesinde katliam yapan Ermeniler, diğer bölgelerde ise isyan ve eşkiyalıklarla Anadolu’nun güvenlik ortamını bozmuştur. Askeri tabirle geri bölge emniyeti kalmamıştır. Sonuçta, halkın can güvenliği, emniyet, asayiş ve huzurun sağlanması için Ermeni ahalinin bir kısmının aynı devletin bir başka bölgesine yerleştirilmesi zorunluluk haline gelmiştir.

I. Dünya Savaşı Dönemi:

                 Artan Ermeni isyanları ve terör olayları nedeniyle, 24 Nisan 1915’te Ermeni Komite Merkezlerinin kapatılarak evrakına el konulması ve 235 Ermeni komite liderinin tutuklanması kararlaştırılmıştır. Sözde soykırım diye anılan gün aslında ayrılıkçıların tutuklandığı bir tarihtir. Bu tarih, Çanakkale cephesinde İngiliz, Fransız, Hint ve Anzak birliklerinin bir gün sonra yapacakları çıkarmanın son hazırlıklarını yaptığı tarihtir. Bu tarih, Atatürk’ün “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!..” emrini verdiği günün bir gün öncesidir. Bu tarih, korumasız Anadolu ve İstanbul’da kargaşa çıkararak hedeflerine ulaşmak isteyen hainlerin tutuklandığı tarihtir. Bu tarih, tutuklanmadıkları takdirde Çanakkale’ye yapılacak çıkarma ile muhtemelen koordineli bir başkaldırı yapmayı planladıkları tarihtir. 24 Nisan gerçekte ihanetin tarihidir. Bunca ihanete rağmen, 235 komite liderine gösterilen adalet ayrı bir konu ve Türklüğün hoşgörü örneğidir.

                 Bir diğer önemli olay ise 27 Mayıs 1915’te gerçekleşmiştir. Bu tarihte, yaygın ve yanlış şekilde bilinen “Tehcir”, doğru adıyla “Sevk ve İskan” kanunu çıkarılmıştır. Kanun sadece 7 ay uygulanmıştır. Geçici bir kanundur ve Mart 1916’da sonlandırılmıştır. Aslında, baraj inşası, afet, güvenlik, kamulaştırma vb. nedenlerle günümüzde bile başvurulabilen yeniden yerleştirme uygulanmış, Osmanlı vatandaşları geçici bir süreyle aynı devletin bir başka bölgesine nakledilerek iskan edilmiştir. Kanundan iki yıl sonra geri dönüşlere izin verilmiştir.  Sevk ve İskan Kanunu ile yer değiştirenler 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşması’ndan önce geri dönmeye başlamıştır bile…

I. Dünya Savaşı Sonrası:

                 Savaş esnasında Rus, İngiliz ve Fransızlar tarafından istismar edilen Ermeniler, Sevr Anlaşması ile “Büyük Ermenistan” hayaline çok yaklaşmıştır. Ayrıca Fransız işgal kuvvetlerinin gelişiyle Antep, Urfa ve Maraş’ta silahlandırılmış Ermeni nüfusu artmıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 1919’da ve 1920’de gönderdiği telgraflardan da anlaşılacağı üzere Amasya, Samsun, Havza ve çevresinde geri dönüşlerden dolayı Ermeni nüfusun çoğaldığı bilinmektedir. Buralarda eşkiyalık yaptıkları da birçok kere rapor edilmiştir. Zaten Rus işgali altında olan Doğu Anadolu illerimiz, Ermeni komitelerinin en çok katliam yaptığı ve toplu mezarların bulunduğu yerler olmuştur. Hatta, 1920’de Ankara’nın iyi komşuluk temennilerine rağmen, Ermenistan Demokratik Cumhuriyeti Ankara Hükûmeti’ne karşı savaş açmış ve 25 Haziran-5 Eylül 1920 arasında taraflar arasında Oltu Savaşı yaşanmıştır. Ermenilerin kesin mağlubiyetiyle sonuçlanan bu savaşla ilgili olarak, Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovannes Kaçaznuni; Taşnak partisinin hata yaptığını, kendilerinin hayalperest olduğunu bizzat kendi eserinde itiraf etmiştir. Doğu Anadolu’da Kazım Karabekir Paşa, güneyde Kuvâ-yi Milliye tarafından mağlup edilen işgal güçleri ve Ermeni çeteleri Osmanlı topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır. Sonuçta, Ruslarla başlayan, Fransız ve İngilizlerle devam eden hayaller gerçek olmayınca, sözde soykırıma uğratıldığı iddia edilen Ermeniler, günümüzde Diaspora’nın yoğun olduğu Fransa, Rusya, ABD, Kanada’ya göç etmişlerdir.

                 Diğer Bir Gerçek:

                 Türk-Ermeni konusuna ilişkin şu tespiti de yapmakta büyük fayda var. Birlikte yaşadığı ve yönettiği topluluklara ırk, din, dil ayrımı gözetmeksizin her türlü hakkı tanıyan millet Türkler olmuştur. Buna rağmen, onların elinden eziyet çeken, hakları gasp edilen, sürgün edilen, katledilen yine Türk Milleti olmuştur. Osmanlı’nın son döneminde Ermenilerin de bizzat dahil olduğu olaylarda toplamı 2.5 milyonu bulan Türk ve Müslüman ahali katledilmiştir. Konuyla ilgili, Türk Tarih Kurumu yayınlarında aşağıdaki tespitler yer almaktadır.

“…Lozan'da Lord Curzon'un tavsiyesiyle bir kenara bırakılan 1 milyon Müslüman Türk'ün kan bedelini "bakar kör" haline gelen bazı çevrelere duyurmak üzere, Doğu Anadolu'da birçok araştırma yapılmış ve 200'ün üzerinde toplu mezar mahalli tesbit edilmiştir. Arşivler, yerli-yabancı müracaat eserleri ve olayları bizzat görmüş, yaşamış olan Gazilerle yapılan mülakatlardan sonra yerli-yabancı ilim adamları, basın-yayın mensupları, canlı şahitler ve mahalli halkın huzurunda toplu mezarlar bulunmuştur. Bunlar; Erzurum'da Temmuz 1986 ve Ekim 1988'de iki, Kars'ta Mart 1986 ve Haziran 1991'de iki, Van'da Temmuz 1986 ve Nisan 1990'da iki olmak üzere toplam altı toplu mezar mahalli açılmıştır. Çıkarılan binlerce iskelet incelenmiş, bulgulann tamamının Türklere ait olduğu yerli-yabancı Tarihçi, Arkeolog ve Antropologlar tarafından ispat edilmiştir. Bunlar, delilleri ve kaynaklarıyla birlikte Erzurum, Kars ve Van'daki "Katliam Seksiyonlan”nda birer ibret levhası halinde sergilenmektedir…” (Prof.Dr. Azmi Süslü, Belleten, Nisan 1993, Cilt 57, Sayı 218)

                 Sonuç:

                 Bu gerçekler çok kere yazılmış ve yayınlanmıştır. Fakat diğer ülkeler tarafından alınan kararlar siyasi olunca, Türk Milleti’nin doğruları ve gerçekler göz ardı edilmektedir. Buna rağmen, millet olarak mücadeleye ve doğruları her platformda anlatmaya devam etmeliyiz. Ortaokullardan itibaren her sınıf ve seviyeye uygun olarak bu gerçekler öğretilmeli ve çocuklarımız geçmişi bilerek geleceği yönetebilsinler.

                 Bu yazıda son olarak şu bilgilere yer vermek istiyorum:

-          Yabancı kaynaklara göre I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Ermeni nüfusu 1.5-1.8 milyon civarındadır.

-          Aynı şekilde, sözde soykırıma uğrayan Ermenilerin sayısı da yabancı kaynaklarda 1.5 milyon olarak verilmektedir.

-          İlginçtir ki, 1915 yılında sözde soykırıma uğradığı söylenen 1.5 milyon Ermeni, yine yabancı kaynaklara göre 1921 sonrasında hayattadır.

                 Bu konuya yazıları ve eserleri ile ışık tutan Yazar Mehmet Arif Demirer 1.586.000 Ermeni’nin o tarihlerde hayatta olduğunu belgelerle tespit etmiştir. Bir sonraki yazıda hayatta olan 1.586.000 Ermeni’ye ilişkin gerçekleri Türk-Ermeni Konusunu Araştırma Vakfı (TEKAR) belgeleriyle paylaşacağız.